Written By Emre Tamirciler
Categories:

Merhaba sevgili beyaz sayfam. Uzun zamandır yazmıyorum. Bedenimin, aklımın yorgun süreçlerden geçtiğini belirtmek isterim öncelikle. İşimden geriye kalan zamanlarda ruhumu dinlemeye bıraktım. Aklım bin bir düşüncelerle boğuşurken zor nefes aldığım bilinsin yeter. Bazen nefes alıyormuş gibi hissederken, çoğu zaman boğuluyormuşum da farkında değilmişim.




“Bir yol göster bana Allahım” diye dualar ederken Rabbime, kendimi ulu caminin içerisinde gözyaşlarıyla ibadet ederken buldum. Namazımın sonunda ellerimi semâya kaldırmış “Allahım hakkımda herşeyin hayırlısını nasip eyle” derken yüreğime yerleşen huzurun tarifi yoktu. Öyle içten ediyordum ki dualarımı; bedenimin titrediğini, gözyaşlarımın parmak uçlarıma damla damla düştüğünün farkına vardım. Üç huzurum tarifsiz. Duamı ettiğim günün gecesinde saat 03:00 sularında bir anda uyandım. Neye uyandığımı, niçin uyandığımı bilmiyorum. Odamın penceresini araladığımda, Kasım ayı içime işliyordu. Bir sigara yakmak istedim. Ellerim (onun ellerinin dokunduğu) sigara tabakamı arıyordu. Buldum sonunda. Bir çakmak sesiyle yaktım sigaramı. Kasım ayı üşütse de; içimi ısıtan hayallerle karanlık sokağımı değil, elleriyle tutup fotoğrafını çektiğim tabakamı izliyordum. O vakit Sezai Karakoç’un yazmış olduğu mısralar geldi aklıma. Sigaramın dumanına yerleşen portre ve titrek sesimle karanlığı izlerken o mısralar döküldü dudaklarımdan;

Sen geldin ve benim deli köşemde durdun
Bulutlar geldi ve üstünde durdu
Merhametin ta kendisiydi gözlerin
Merhamet saçlarını ıslatan sessiz bir yağmurdu
Bulutlar geldi, altında durduk
Konuştun, güneşi hatırlıyorum
Gariptin! Yepyeni bir sesin vardı
Bu ses öyle benim, öyle yabancı
Bu ses saçlarımı ıslatan sessiz bir kardı…




Dizeler sonlandığında sigaramdan son nefes aldım. Üflediğim dumanımda suretin canlanıyordu. Kirpiklerinden öperek iyi geceler diledim. Titreyen bedenimi sımsıcak yatağımın içine hapsettim. Titredikçe daha çok titriyordum. Soğuk bir iş günü, gözlerinin kahvesinden yudumladığım kahvenin telvesi yerleşti dudaklarıma. Saat sabaha karşı 04.00. Ne çabuk geçmişti o bir saat. Seninle alakalı düşüncelere daldım yine. Adını sayıkladığımda güç buluyordu yorgun bedenim. Vücudumun titremesi yavaş yavaş son buluyordu. Saat 05.00 sularında yine uykuya daldım. Huzurla… Sabah alarmının çalmasıyla ok gibi fırladım yatağımdan. Elimi, yüzümü yıkayıp iş kıyafetlerimi giydim. Demli çayımla beraber bir kaç lokma geçti boğazımdan. Her sabah kahvaltı da bana eşlik eden anne-babamı öptüm Yıldız düşmüş saçlarından. “Allah’a ısmarladık” diyerek çıktım yola. Annem her zamanki gibi dualarla yolcu etti. Öyle çabuk hallettim ki işlerimi, yine yanında buldum kendimi. Her zamanki samimiyetinle “Hoşgeldin” dedin. O an içimde açan güllerin sayısını bilmiyorum. Bilirsin, iş esnasında ara vermeyi sevmiyorum. Tüm işlerini bitirip yanıma geldin. Titrek ama narin ellerinle bir sigara ısmarladın dudaklarıma. Ardından sigaramı yaktın. Aslında yüreğimin ateşiyle sigara değil, ikimiz de yakardık biliyor musun? Nereden bileceksin ki…

Bana benim sana baktığım gibi bir kere bile bakmadın biliyorum. O yüzden anlayamazsın içimde alev alan coğrafyamı. Muhabbetimiz devam ederken bir sigara daha ısmarladın titreyen dudaklarıma. Şekerli bir kahve yaptın. O an “bir kahvenin 40 yok hatrı vardır” cümlesi geçti aklımdan, dilim lâl oldu söyleyemedim. Çok ayrıydı tadı, bamb’aşkaydı.

Yine veda zamanı geldi, yine veda ettik birbirimize. Bir çok vedaya şahit oldum ama bu bamb’aşkaydı. Sanki bir daha o kahveyi içemeyecek gibiydim. Öyle de oldu…

Geçen gece, uzun zamandır bir kadına yazılar yazmadığımı farkettim. İmzanı attığın kalemimi aldım elime ve seni yazmaya başladım. İçimden sonbahar yaprakları gibi dökülen satırları yazarken nerede hangi karanlık sokakta yazdığımın hiçbir önemi yoktu. İçimi ısıtan kadınla beraberdim, seninleydim kahve gözlüm.




Bu satırları yazdığım vakit yanından ayrıldığım ilk saat… Dün gece dost meclisinde otururken sürekli senden bahsettim. Herkes hakkımda hayırlısını diledi, huzur buldum. İçimde bir çocuğun bayram sevincini yaşıyordu gençliğim. Bu kez mutluluktan yaktım sigaramı. Sosyal medya hesabıma girdim. Suretinden bir yudum almak adına profilini ziyaret ettim. Bir akşam yemeğinde çekilmiş fotoğrafını gördüm. Ardından profil fotoğrafının değiştiğini, Gülen yüzünle birlikte ellerinde kırmızı gülleri gördüm. Bir fotoğraf karesine ne kadar bakılırsa o kadar uzun baktım ona. Ardından hâl-hatır sormadan “Bu çiçekler kimden?” Mesajını yazdım. “Erkek arkadaşımdan” diye bir mesaj geldi senden. Şok oldum. Daha geçen hafta, sıcak sohbetimizle beraber içtiğimiz kahvenin tadı yerleşti boğazıma. İçimi yaktı…

Mesajına karşılık verdim “hiç bahsetmedin” diye. Bir yanıt daha geldi senden “fırsat olmadı”Ardından “mutluluklar” dileyip titreyen ellerimde bir sigara daha ısmarladım dudaklarıma. İçim acıyordu…




O an yan masada duran çalmağı almak istedim. Doğruluk ayağa kalkmak istediğimde ayaklarımı hissetmiyordum. Gençlerin birinden çalmağı vermesi için rica ettim. İlk nefesi nasıl çektiysem içime, bir anda öksürmeye başladım. Başımı kaldırdığımda karşımda duran boy aynasına baktım. Kan kırmızısıydı gözlerim. İçimde kopan fırtınalarla devam ettim içmeye. Biten sigaramın ateşiyle bir sigara daha yaktım. Bir sigara daha, bir sigara daha… paketimin bittiğini farkettim. Titreyen ellerimi paltomun cebine koydum. Çevremdekilere “iyi geceler” dileyerek ayrıldım yanlarından. Adını sahil kıyısına kocaman harflerle yazdığımız yeğenim Cansu’nun yanına gittim. Sımsıkı sarıldım ona. İyi geceler dileyerek saçlarından öptüm, geçtim yatağıma. Yine dualar ettim Allah’a. Tüm insanlık için sağlık, huzur, mutluluk ve hâyır dileyerek daldım uykuya.

Ve bu gün yine çalıştığın yere geldim. Soğuk bir selamlaşmayla karşıladık birbirimizi. Dikkat ettiğim bir şey vardı; yüzüme bakmıyordun. Önemi yok, gözlerinin kahvesinden içtiğim kadın. Sen yeter ki mutlu ol.

Unutmadan! Son bir selamlaşmamız kaldı seninle. “Doğmamış bebeğine bir mektup yazmanı istiyorum” senden. Çünkü sana merhametinle veda etmek istiyorum.

Hoş-Çakal

Emre Tamirciler
emretamirciler@dskultursanat.net