Yine merhaba sevgili beyaz sayfam. Kirlenmemiş düşlerim, çocuk masumiyetiyle kurulmuş cümlelerim… Anlatmaya nereden başlasam inanın bilmiyorum. Tek bildiğim ise insanların ne kadar bencil ve küstâh oldukları. Bir sohbet anında bile gözlerini kısarak seni dinlemeleri ve kurduğun her bir cümlenin altında bir şeyler aramaları. Çekiniyoruz evet; gün boyu beraber olduğumuz, yediğimizin – içtiğimizin ayrı gitmediği, her daim beraber olduğumuz insanları karşımıza alıp hoş sohbet ettiğimizi düşünürken, o insanların senin gibi düşünmediğini gördüğümüzde bir şeyleri, paylaşmaya çekiniyoruz.
İçimizin samimiyetiyle yaptığımız sohbetin sonucunun negatif sonuçlar doğurması, canımızı da yakmıyor değil. Bunları gün gün yaşadıkça, çocukluğumuzda yaşadığımız masum duyguları iç geçirerek anımsar olduk. Sizi bilmem ama, ben defalarca soruyorum kendime;Neden bu kadar kirlendi dünya? Neden kirlendi insanların düşleri ve neden arttı gün gün yaşanılan ihanetler? Bütün ihanetleri bir araya topladım ve ihanetler kehaneti doğurdu. Yani demem o ki tahmin edebiliyorum artık bazı şeyleri. Oysa çocukken böyle miydi? Ne ihanet kavramını bilirdik ne de kehanet kavramını. Ama zaman öyle bir şey ki, her vakitte bir şeyler öğretiyor insana.
Yüzüne Gülen insanların, aslında yüzüne güldüğü kadar masum olmadığını ortaya koyuyor hayat. Ve büyüyorsun…Acı gerçeklerle, özlemini yaşadığın duygularla, yaşlanıyorsun! Sabahları mutsuz uyanıyorsun mesela. Çocukluktaki gibi başını yastığa koyduğun vakit uyuyamıyorsun. On beş yıl önce yaşadığın çocukluğuna hasret duyarken, uykularını kaçırana bir sigara yakıyorsun.
Büyüyorsun…
Büyümek demek; yaşının bir rakam daha artması değil, yaşadıklarının seni olgunlaştırmasıdır aslında.
Büyüyorsun…
Ayna karşısına geçtiğin zaman eskisi kadar içten gülmediğinin farkına varıyorsun. Gülerken gözlerinin kenarında kırışıklıklar olmuyor mesela. Büyüdükçe kaybediyorsun masumiyetini, samimi-niyetini, tertemiz duygularını… Yaşadığın her bir olay saçlarına yıldızları düşürüyor. Ayna karşısında kendini dikkatlice izledikten sonra anlıyorsun; geç kalıyorsun yaşamaya, günün getirdiği güzellikleri tatmaya…
Hayatında bulunan iki insan arasında “git – gel”ler yaşıyorsun. Sonra ilkinin üzerini karalayıp daha dün tanıdığınla yolculuğa çıkıyorsun. Ve bir süre sonra o yolculuğa çıktığın insan seni yarı yolda bırakmadan önce aklın “üzerini karaladığın” insana kayıyor. Bazen gözlerinlede onu arıyor ‘ ama aradığın yerde bulamıyor – göremiyorsun. Çok kötü değil mi sizce, ardında bıraktığını bir daha görememek…?
Yoluna devam ederken, dikiz aynasını izliyor ve geçmişini arıyorsun. Sonra bir kaza yapıyorsun, o beraber yola çıktığın her kimse hayatını kaybediyor ve sen geçmişinden merhamet dileniyorsun. Üzülüyorum be çocuk, üzülüyorum. Yaşın otuzu devirdi belki ama, sen hâlâ toz pembe görüyorsun hayatı. Düşünemiyorsun ! Bunu yapamadığım gibi; çevrendeki masumları da peşinden sürüklüyor, dizlerinizi kanatıyorsun. Yetmiyor, kanayan yaralarına tuz basıyorsun. Ve sonra diyorsun ki; benim gibi insan mı var yer yüzünde? Araştır! Bir bak bakalım; senin gibi bir insan lazım mı acaba yer yüzüne?
Hiç birimiz, gökyüzünden yere düşen yağmur damlacıklarıyla gelmedik dünyaya. Bu yüzden üzerime basıp geçmenin bir anlamı yok!
Ama sen yine de vazgeçme düşüncelerinden. Birinin üzerine basıp, onu çiğneyerek yükseldiğini – yükselebileceğini farzet. Bir gün elbet toprak olup, çürüyüp gidecek bedenim. Beni örtmek için, bastığın toprak, elbet göçüp çukur olacak. İşte o zaman o çukura sende düşeceksin. Sonra rahmet yağacak gökyüzünden, çamura bulanacaksın. O vakit seni kurtaran da olmayacak. Bunları bilerek nasıl yazıyorsun deme. Sen Bana ihaneti, ben seninle kehaneti öğrendim. Senden sonra şaşırmayacağım hiçbir şeye. Çünkü büyüyorum !
Jilet kesiği soğuklarla sen büyüttün beni çocuk ! Sen yara açtın kalbimin derinliklerine. Yazılar yazdığım yarabantlı defterimin üzerini kapattığım gibi, yaralarımı kapatamadım. Çünkü kesiklerin kanamayı durduramadı. Kanayan yaralar da kabuk bağlamadı, bunu seninle öğrendim !
Bilmiyorum, kaç mevsim daha kanarım, bilmiyorum kaç jilet yarası daha alırım seninle. Ama şunu hiç bir zaman unutma; yaşattığın kadar yaşar, akıttığın kadar kanarsın bu hayatta. Dilerim birgün akıttıklarına boğulmazsın. Şimdilik hoş-çakal.