Şimdi seni düşünüyorum. Dörtlükler gereksiz geliyor. Canına yandığımın. Ellerin, gözlerin, bakışların ısıtıyor şu semserseliğimi. Nen yok ki? Biraz çay, biraz zeytin, biraz peynir az az hepsinden var gözbebeklerinde. 24 saat seni düşünüyorum. İşte dünyanın en ağır işidir bu. Acaba ne yapıyor, iyi mi, hasta mı, derken görsem bile yine de aklım çıkıyor. Sana bir şey olur diye, belki de oldu bilmiyorum. Bana oldu çünkü. Kalbimde bir kurt var, kemirir içimi. İyisi mi ben sevmeye devam edeyim. Bir gün lazım olur. Bunu anlatacak kedilerimiz belki çocuklarımız olur.
Zaman zaman kıskanıyorum çok değil belki bir muhabbet kuşu kadar. (Merak etme gören olmaz. Kalbinden söyle sende ben gibi.) Ama özlüyorum tarifi yok, mesafesiz, gecesiz, gündüzsüz. O eroin gözlerini, o yeleli saçlarını, siyah kuş tüylü küpelerini, ne bileyim işte seni sen yapan her şeyi. Ben ki senden önce bir ağlama duvarı gibiydim öyle halsiz, ruhsuz, melankoli içerdim günde üç öğün. Seni anlatabilmek öyle kolay olsa bana ne gerek vardı ki? Bunca şiire, söze ya da gazele. O gün sevdim seni sen de bilirsin. Eski zaman gözlerinin yalnızlığıydı. Saçların yanmış ateş içmiş gibiydin öyle çocuksu, öyle masum, öyle güzel. Sevmek cesaret işiydi o ejderha gibi olan seni. Küstah bahara daha vardı. Uyduruk mucizelerimle hep kandırdım: kendimi.
Bir bıkkınlığın var ama görsen bıkkınlık demezsin. Bir yorulmuşluk uğramış gözbebeklerine ama öyle böyle değil. Sanırsın doğurmuş tüm dünyayı. Bir sensin işte bu başka yok. Öldüm öldüm anla diye. Dualar edilen, mabetler kurulan, üzümtül gazeller yakılan filan. Öyle işte bile yazdılı. Bahtım da kara sırf sen uyu diye. Korkuyorum. Camgöbeği sözlerimden.
O inat neyse sen o oluyorsun o aşk neyse o olduğun gibi. Bekliyorsun şiirler gibi, papatyalar gibi, ben gibi, vapurlar gibi. Kolay gitmiyorsun kalp kalp atarken. Göz göz çekiliyorsun ciğerlere. Ve Tanrı haklı sonuna kadar. Havva kadar. Sen kadar. Âdem aşkından Şeytan kıskançlığından. Kitaplar okuyorsun, şiir yazamasan da. Şarkılar söylüyorsun yine Galata’da. Bir yağmur tutuldun Beşiktaş’ta. Sevmediğin. O siyah beyaz halinle. Beş dakika bekle git. İnsanda insana tutulurmuş güneş gibi ay gibi.
Bunca yalnızlığı kaldıramaz oldum. Yarım kalmış hikâyemsin. Anlatsam kim anlayacak ki? Duvarlarım cebimde falan da değil. Memlekette şiir okuyan bir sen kaldın sanırım. Herkes sana yazıyordur olsa olsa, öyle ya… Öyle olması lazım. Alfabede harf bırakmadım. Hepsiyle yazdım. Bir ihtimal sende karar kıldım. Bilmiyorum, vallahi bilmiyorum. Delirecek oluyorum. Dört duvar arasında yaşar misalliyim. Herkes haklıydı ben hariç. Ama hayattan hep nefret ettim sen hariç. Seni inan seviyorum. Sadece gönlümle dilim anlaşamıyor ne diyecekleri konusunda. Semah yapıp duruyor kalbim. Yine lodoslarım tutuyor. Sen lodosları çok sevmiyorsun, migrenlerin tutuyor sonra.
Neyse. İnşallah seversin de kurtulurum ben de şiir yazmaktan… Tüm şiirlerim sana hep çünkü anlıyor musun? Fakirin umudu gibi umarım anlamanı. Bin yıllık esaret gibiyim, kaçamıyorum senden. Kimseyi koyamam daha aynalara, rüyalarıma, ellerime, gözlerime falan da. Anlıyorsundur umarım. Eğer anlamıyorsan demek ki ben hep bir yabancı dil gibiydim. Seni sözlük sözlük ezberliyordum. Sesini bir gökyüzü gibi tuttum içimde. Çocuksuluğumla kalplerindeki salıncaklarda sallandım. Niye kendinle belalısın ki? Rahat bırak kalbini. Ben de aşkın var. Sev gitsin işte… Al sana mensur şiir…