Samet Tosun: Merhabalar Sibel Hanım, öncelikle bizleri kırmadığınız için çok teşekkür ederiz. Bize biraz kendinizden bahseder misin? Sibel Değirmenci kimdir?
Sibel Değirmenci: Merhabalar. Tabi ki. Sibel Değirmenci altı yaşından beri öğretmen olmak isteyen ve şu anda da hayalindeki mesleği yapan biri. Dokuz Eylül Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği mezunuyum ve sekiz yıldır da kışları öğretmenlik yapıp yazları geziyorum. Anlayacağınız, yaz kış sevdiğim şeyleri yapıyorum. Sevdiğim şeylerle uğraştığım için de mutlu ve huzurlu bir hayatım var. Elimden geldiğince de bu mutluluğu çevremdekilere bulaştırıyorum.
Samet Tosun: Peki yazma ve okurluk maceran nasıl başladı ?
Sibel Değirmenci: Ortaokuldayken Harry Potter serisiyle tanışmamla başladı. Hatta şimdilerde tekrar popüler olduğu için çok mutluyum. Harry Potter okuyan çocukları gördükçe çocukluğuma dönüyorum. Bence herkes kitap okumayı sevebilir, sorun seveceği tarzı bulamaması. Macera, fantastik, romantik, klasikler, kişisel gelişim vb. türlerden hangisinin kendine uygun olduğunu deneyerek bulmalı insan, sonrasında bir bakmışsın kitapsız yaşayamıyorsun. Yazmaya ise yine ortaokuldaki bir dönem ödevimle başladım. Deprem konulu bir hikaye yazmıştım, kitap kapağına kendim resim çizip boyamıştım. O kitap benim yazdığım ilk kitaptı. Çok sonra edebiyat öğretmeni olunca peşine düştüm kitabın, acaba bulur muyum diye. Çok da yaklaşmıştım ama bulamadım. Sonrasında da aşk acıları tetikliyor yazmasını insanın. Karşındakine söyleyemediklerini kendi kendine yazarak hafifliyorsun. İyi de geliyor, tavsiye ederim. Son olarak “Gittim Gezdim Gördüm” adlı kitapta seyahatlerimi anlattığım bir yazım yayımlandı. İlk basılmış eserim de bu oldu.
Samet Tosun: Yazarak dünyanın değişebileceğini düşünüyor musun?
Sibel Değirmenci: Yazarak dünyanın değişebileceğini kesinlikle düşünüyorum. Şunu hep söylerler: “Herkes kendi kapısının önünü temizlese tüm mahalle tertemiz olurdu.” İşte yazmak da kişinin kendine dönüp içindeki yanlışları, kırıkları, tecrübeleri fark etmesine yarıyor. Yazdıkça herkes kendi karanlığını temizlese, herkes kendini geliştirse tüm dünya kötülükten arınmış, üreten ve farkındalığı yüksek insanlardan oluşur, güzel de olur. Bir de yazmanın şöyle bir artısı var: İyi ki Victor Hugo, Shakespeare, Osho, Marcel Proust, Sabahattin Ali, Yaşar Kemal, Khaled Hosseini yazmış, onların yazdıklarıyla kendimize yeni bakış açıları, yeni hayatlar katmamız böylece mümkün oluyor. Mesela ben Tanrılar Okulu’nu, Milena’ya Mektuplar’ı, Aşk’ı, Çalıkuşu’nu okumasam eksik kalırdım, bugünkü “ben” olamazdım. Her tecrübeyi kendimizin yaşayamasına imkan tanımayan kısa bir hayatımız var, öyleyse neden başkalarının yazdıklarıyla bu tecrübeleri kazanmayalım ki. Yazarak kendi dünyamızı da başkalarının dünyalarını da değiştirmemiz mümkün.
Samet Tosun: İlk olarak ne zaman seyahat etmeye başladın? Ve bu sizde nasıl bir tutku haline dönüştü ?
Sibel Değirmenci: İlk seyahatlerim ailemle oldu. Annem, babam, kardeşim ve ben her yaz arabamızla bir şehre giderdik. Türkiye’deki birçok şehri ilk böyle gördüm. Bence tüm iyi ya da kötü alışkanlıklarımız çocuklukta ediniliyor. İçimize bir yere yerleşiyor ve gizleniyor. Sonrasında fırsatını bulduğun anda bir bakıyorsun ki kendini sürekli seyahat ederken ya da başka bir alışkanlığın içinde bulmuşsun. Tutkuya dönüşmesinde yaşadığım bir kayıp etkili oldu. Çok sevdiğim bir insanı ve bir hayatı kaybedince kendime sıfırdan bir hayat kurmak zorunda kaldım. Bu hayatı da hep sevdiğim şeylerden oluşturdum: Bir tutam öğretmenlik, bir tutam sevgi, bir tutam kitap, bir tutam dans, iki tutam seyahat.
Samet Tosun: Seyahatlerin esnasında yaşadığın ilginç anıların var mı? Varsa anlatmak ister misin ?
Sibel Değirmenci: Seyahate genelde kardeşimle çıkarım. 28 yıldır en yakın arkadaşım o olduğundan onunla gittiğimiz sıradan günübirlik gezilerimiz bile bir anda maceraya dönüşüveriyor ve biz kendimizi kahkahalarla yerlere yatarken bulabiliyoruz. Gezerken yaşadığım o kadar çok ilginç olay oldu ki: Venedik’te kaybolmamız, Roma’da yol sorduğumuz hanımefendinin bizi sorduğumuz yere kadar götürmesi, Budapeşte’nin nehirle bölünerek bir tarafın Buda diğer tarafın Peşte olduğunu öğrendiğimdeki aydınlanmam J Kötü bir olay gelmedi başıma şükür, genel olarak komik şeyler yaşadım.
Samet Tosun: Gittiğin ülkelerde dünyanın Türklere bakış açısı nasıl ? Bu konudaki gözlemlerin neler ?
Sibel Değirmenci: Gittiğim yerlerde Türkleri seviyorlardı. Genelde ilk söyledikleri yazın ülkemize geldikleri oluyor. İstanbul’u, Kapadokya’yı, Antalya’yı sevdiklerini söylüyorlar. Ülkemiz öylesine güzel ki, zaten Avrupa’da böylesine çeşitlilik bulunmadığından ülkemizin doğal ve tarihi zenginliği yabancıların da ilgisini çekiyor.
Samet Tosun: İtalya senin için ne ifade ediyor ?
Sibel Değirmenci: Aşk. J İtalya’ya iki kere gittim ve daha birkaç kez giderim diye düşünüyorum. İtalya ve diğerleri diye ikiye ayrılıyor bende ülkeler. Güleceksiniz biliyorum ama ben bundan önceki hayatımın İtalya ile bir bağlantısı olduğunu düşünüyorum, İtalya’ya ne zaman gitsem memleketime gelmişim gibi huzur buluyorum.(Bu hissi bir de Topkapı Sarayı’na girince yaşıyorum.) Kolumda da İtalyanca bir dövme var. Görmeyi istediğim başka ülkeler ve başka kültürler var şu aralar listemde; ama liste bitince tekrar İtalya’da kendimi bulacağımdan eminim. Roma’daki Aşk Çeşmesi’ne bu kez daha büyük miktarda para atarak daha büyük bir dilek tutacağım.
Samet Tosun: Biraz hayat felsefenden bahsedelim, Ne dersin ?
Sibel Değirmenci: Albert Einstein’in çok sevdiğim bir sözü var: “Hayat iki şekilde yaşanır:Ya hiç mucize yokmuş gibi ya da her şey birer mucizeymiş gibi.” Her nefesimiz mucize, aynı zamanda her ne yaşıyorsak da onu biz çağırıyoruz, bir şeyi çok istiyoruz ve gerçekleşiyor ya da bir şeyin başımıza gelmesinden çok korkuyoruz, böylece o olay başımıza geliyor.
Hayatımızı kendimizin şekillendirdiğinin yeni yeni farkına varıyorum. İnsan potansiyelini, dibe vurmadan fark edemiyor. Kendini geliştirmiş, farkındalıklı ve mutlu insanlara bir bakın; hepsinin hayatlarında mutlaka çok kötü en az bir olay yaşadıklarını ve çok acı çektiklerini görürsünüz. Acı çektiğim zamanları çok net hatırlıyorum, saniyeler geçmeyecek kadar uzunmuş gibi geliyordu. “Kaybedeceğim hiçbir şey kalmadı, tamam bitti artık her şey.” dediğim anda daha da dibe inemeyeceğimden insan zamanla yükselmeye başlıyor. Yani tüm olay tam her şey bitti dediğiniz anda gerçekleşiyor. İki seçeneğiniz var o anda: Kurban psikolojisiyle “Her şey benim başıma geliyor, hayat çok kötü.” diyerek kendinize hayatı zehir etmek ya da “Bunları yaşadım ama şimdi yepyeni bir hayata başlayabilirim.” diyerek güçlenip bu durumu atlatmak. Ben ikincisini seçtim. Ve o andan itibaren hayaller kurdum ve hepsini gerçekleştirdim.
Bugünlerde herkes bana nasıl bu kadar mutlu ve enerjik olduğumu soruyor. Her günün bana yeni mucizeler getireceğini bilerek uyanıyorum, pozitif cümleler ve pozitif insanlarla hayatımı sürdürüyorum, sağlıklı besleniyorum ki bu çok önemli. Sağlıklı düşünceler sadece sağlıklı bir vücutta olur. Bir de bana iyi geldiğini düşündüğüm şeyleri yapmaya çalışıyorum. Sabah mutlu uyanmayan insanlarda ne eksik biliyor musunuz? İkigaileri yok- yani hayat gayeleri. Bu hayat başkalarının istekleriyle geçirilmeyecek kadar değerli; ama insanlar kendileri bir durup düşünmediklerinden “Ben ne istiyorum? Ben nasıl bir hayat yaşamak istiyorum?” diye kendilerine sormadıklarından; başkalarının isteklerinin akışında sürükleniyorlar. Sürüklenmeyi bırakın hemen şimdi! Bir dala tutunun ve durun! Kendinize ne istediğinizi sorun, bedeninizin, zihninizin, kalbinizin ne istediğini sorun. Cevaba göre hayatınızı şekillendirin. Sonrasında her şey çok güzel oluyor.
Samet Tosun: Elinde bir imkan olsaydı, dünyaya nasıl bir mesaj vermek isterdin ?
Sibel Değirmenci: Bu evrende üç çeşit iş var: Tanrı’nın işi, başkalarının işi ve kendi işin. Herkes ya başkalarının işine burnunu sokuyor ya da ölüm, deprem gibi Tanrı işlerinin ardından şikayet edip söylenip duruyor. Kendi işinize bakın, çünkü sadece kendinizi değiştirebilirsiniz. Mutlu olacağınız hayaller kurun ve o hayallerin olacağına inanın. Yaşamızını düşüncelerimiz şekillendiriyor. Evren şöyle çalışıyor: “Aklından en çok geçirdiğin düşünceleri ben sana yaşatırım.” O yüzden aklınızdan neler geçirdiğinize dikkat edin. Güzel şeyler hayal edin ve olmuşcasına yaşamınızı şekillendirin. Sonrasında gerçekleştiğini göreceksiniz. Herkesin mutlu olduğu bir dünya için, herkesin kendini mutlu etmesi yeterli. Mutluluk bulaşıcıdır; siz mutlu olun, o başkalarına da bulaşacaktır. Bir de çevrenizde şifalanacağınız insanları bulundurun, toksik insanlarla asla zaman geçirmeyin.
Kitaplarla aran nasıl? En son hangi kitabı okudun?
Sibel Değirmenci: Kitapsız bir hayat düşünemiyorum. Edebiyat öğretmeni olmamdaki en büyük neden kitap okumayı çok seviyor oluşumdu. Öğrencilerimin de kitap okuma alışkanlığı kazanması için kitap okuma saatleri yapıyoruz, kitap önerileri paylaştığım bir instagram sayfam var. Kitap, imkanlarımızın kısıtlı olduğu ortamlardan bizi alıp bambaşka bir hayata götüren araç. Düşünsenize yurtta yaşayan bir öğrencisiniz, akşam 10’dan sonra gidebileceğiniz hiçbir yer yokken kitapla kendinizi bambaşka bir ülkede ya da bambaşka bir tarihte bulabiliyorsunuz. Bu yüzden seviyorum kitap okumayı. Şu anda Şiddetsiz İletişim adlı bir kişisel gelişim kitabını okuyorum, bitmek üzere. Tavsiye ederim.
Kahvenin günlük hayatındaki yeri hakkında neler söylemek istersin ?
Sibel Değirmenci: Kahve fincanı gün içinde hep elimde, tıpkı şimdi olduğu gibi. J Bir öğretmenseniz zaten ister istemez teneffüsleriniz kahvesiz geçmiyor. Özellikle sabah erken kalkıp sporumu ve kahvaltımı yapıyorum; ama ilk kahvemi okuldaki ilk teneffüste içiyorum. Günümün canlı ve enerjik geçmesini sağlıyor. Hafta sonları da eğer arkadaşlarımla plan yaptıysam kahve eşliğinde sohbet, yalnız kendime ayırdığım bir hafta sonuysa kahve eşliğinde kitap nasıl keyif ve huzur veriyor; nasıl enerji katıyor bana anlatamam.
Son olarak DS kültür sanat hakkında neler söylemek istersiniz ?
Sibel Değirmenci: Sanatla, kitapla ilgilenmek insanın gelişmişlik seviyesini gösteriyor her zaman. Tamam diyorsun bu insan hayatla savaşını bitirmiş, varoluş yolculuğunda “güzel”in peşine düşmüş. Her kültür, her sanat dalı bize farklı ve güzel şeyler katıyor, bizi olduğumuzdan daha üst seviyeye taşıyor. Ülkemizin bu alanda daha çok yolu var maalesef; ama sizinki gibi kültür sanat dergileri takip ederek, okuyarak, gezerek, görerek ülkemizin kültür seviyesinin artacağına inancım tam. Öyle bir nesil geliyor ki, doğru yönlendirilirlerse şahane şeyler yapacaklar.
Bu güzel ve bir o kadar keyifli sohbet için teşekkür ederiz. İnşallah daha güzel yerlerde görüşmek dileğiyle.
Sibel Değirmenci: Asıl ben teşekkür ederim. Uzun zamandır söylemek istediklerimi anlatabilme şansı bulabildiğim için çok mutlu oldum. Gerçekten çok keyifli bir sohbetti. Tekrar görüşmek üzere.
Samet Tosun
samettsn@yahoo.com