Yazarlığa başladıktan kısa süre sonra editörlük ve yayın yönetmenliği de yapmaya başlayan Türker Alpertonga ile hayatı, yazarlık ve yayıncılık üzerine keyifli bir sohbet gerçekleştirdik.

Röportaj: Hasret Dilek Delier

 

Merhaba Türker Bey, öncelikle biraz kendinizden bahseder misiniz?
Merhaba Dilek Hanım. 1975 Malatya doğumluyum. İlkokulu Malatya’da, ortaokul ve liseyi İstanbul Haydarpaşa Lisesi’nde tamamladım. Ankara Üniversitesi DTCF Tarih bölümünden 1997’de mezun olduktan sonra uzun yıllar özel eğitimcilikle meşgul oldum. Kitap yazma macerasına atıldığım son birkaç yılın akabinde yayıncılığa da merak sardım. İki yayınevinde editörlük ve yayın yönetmenliği yaptıktan sonra henüz kuruluş aşamasını gerçekleştirdiğimiz Düş Kurguları Yayınevi’nde Yayın Yönetmeni olarak görev yapmaya devam etmekteyim. Evli ve üç çocuk babasıyım.

Eğitimci kökenli olduğunuzu ifade ettiniz. Peki, yazarlık ve yayıncılık yapmaya nasıl karar verdiniz?
Eğitimci olmam yönüyle hayatım boyunca kitaplarla zaten hep içli dışlı oldum. Roman tarzı kitapları çok okumam, bununla birlikte birçok sinema filmi izlemem ya beni hayalperest bir insan yaptı ya da zaten karakterimdeki hayalperestliği tetikledi. Yazmak aslında gençliğimden beri içimde bir ukdeydi. Fakat bir türlü cesaret edemiyordum. Gençliğimde karaladığım ama muhafaza edemediğim bazı şiir ve hatırat türü yazılarımı saymazsak ilk defa ciddi olarak kalemi elime almam kırklı yaşlarımın ortalarında mümkün oldu. Bir Ramazan gününün sabah saatlerinde nedendir hatırlamadığım, içimin oldukça sıkıntılı olduğu bir zaman diliminde kendimi teselli etmek için yazdığım bir şiirle yazmaya başladım diyebilirim. Fakat ilginç olan; o yazdığım şiir amacına ulaştı ve şifa etkisi yapıp iç sıkıntımı izale etti. Bu çok hoşuma gitti tabii. Anladım ki benim derdimin ilacı yazmakmış. O günden sonra da şiirler yazmaya ve bir süre sonra da roman yazmaya başladım. İkinci romanımı çıkarmak için gönderdiğim yayınevinin editörü, romanımı incelerken editöryal olarak hiç zorlanmadığını, oldukça temiz bir dosya olduğunu belirtince yayınevinden editörlük teklifi geldi. Ben de o dönemde hiç düşünmeden kabul ettim ve böylece 2020 yılının yaz aylarından itibaren yayıncılığa da ilk adımımı atmış oldum.




Yazarlık ve yayıncılığın hayatınızda aldığınız en iyi kararlar olduğunu söyleyebilir misiniz?
İş anlamında söyleyebilirim. Hayatımın birçok döneminde her anlamda önemli kararlar aldığım oldu. Bunlar içinde tabii ki yazarlık ve yayıncılık, hayatımda yeni bir dönemin başlamasına sebep oldu.

Hayatınızda kötü kararlarınız oldu mu peki?
Bazı kararlarımdan dolayı zarar görmüş olsam da ben aldığım hiçbir kararımı kötü olarak tanımlamadım bugüne kadar. Çünkü hayatta hepimiz birçok şeyi yaşayarak, tecrübe ederek, bazen de risk alarak öğreniyoruz. Görünüşte kötü olan bir şey sonuç olarak iyi olabiliyor aslında. Herkeste olduğu gibi benim de hayatımın bazı safhalarında inişlerim çıkışlarım oldu elbette. Sonuç olarak hayat böyle bir şey zaten.

Çalışmalarınızda ailenizin etkisi ve desteği oldu mu?
Önemli kararlar almadan önce eşimle mutlaka istişare etiğim için hâliyle ailemin hep desteğini gördüm. Her aile babası gibi ben de hayatımı aileme endeksli yaşadığım için, onların hayatını olumsuz etkileyecek bir karar almamam gerekir. Fakat bazen insanın elinde olmayan olumsuzluklar yaşanabiliyor. Böyle durumlarda da çok şükür yine ailemin desteğiyle bazı badireler atlattım diyebilirim.

Tekrar yazarlık konusuna dönecek olursak, ilk kitabınızı çıkarmaya nasıl karar verdiniz. Kitabınızı yayımlama sürecinizde zorluklar yaşadınız mı?
İlk çıkardığım kitap, Vicdanını Asla Öldürme adındaki romanımdır. Birçok yazarda olduğu gibi romanı tamamlayınca bir an önce yayımlanması düşüncesi beni de heyecanlandırdı. Fakat yine de heyecana kapılıp acele karar vermedim. Önce defalarca üzerinden geçip editöre çok fazla iş bırakmadım. 350 sayfalık ilk romanımın yazım aşaması yaklaşık on ay sürmüştü. İki üç ay kadar da üzerinde ayrıca çalışarak bir yıl gibi bir sürede tamamlamış oldum. Bu arada kitabımı nerede yayımlatabilirim diye internette sürekli araştırmalar yapıyordum. Araştırmalarım sonucunda Türkiye’nin önde gelen yayınevlerinde kitabımın yayımlanmasının şimdilik hayal olduğunu anladım.

Neden bu düşünceye kapıldınız?
Edebiyat forumlarında rastladığım birçok yeni yazar ya da yazar adayının yorumları oldukça moral bozucuydu. Birçoğunda bu yayınevlerinin yeni yazarlara asla şans vermediğinden, gönderilen dosyayı ortalama dört-altı ay arası beklettikten sonra okumadan ret cevabı verdiklerinden bahsediyorlardı. Bunun yanı sıra baskı maliyetini karşılamak şartıyla kitap çıkaran yayınevleri de vardı ve anlaşılan o ki ben de bu yayınevlerinden birinin kapısını çalacaktım. Fakat yine de acele karar vermeyip önde gelen yayınevlerine dosyamı göndermeye karar verdim. En fazla altı ay daha sabredecektim, diğer ihtimal zaten cepteydi. Sayısını tam olarak hatırlamıyorum, yedi sekiz civarında yayınevine dosyamı gönderdim. Bazılarından iki üç ay içinde ret cevabı geldi. Biri de altıncı ayda reddederken bir diğeri de kitabımı maliyetini üstleneceğim yayıneviyle anlaşma yaptıktan sonra ret cevabı verdi. Cevap yazma tenezzülünde bulunmayan da oldu bu arada. Her neyse, ben hayalimdeki yayınevlerinde kitabımı çıkaramayacağımı anlayınca diğer ihtimali devreye soktum. İlk görüştüğüm yayınevi yangından mal kaçırır gibi acele dosyanı göndermemi istedi. Dosyamı gönderdikten yarım saat sonra da arayıp, kitabımı okuduklarını, hemen basabileceklerini söylediler.




Önceki yayınevlerinden sonra bu yayınevinin hızı sizi şaşırtmış olmalı.
Şaşırmaktan ziyade işkillendim ve bu sefer de ben yayınevini reddettim. Defalarca reddedildikten sonra reddetme makamına yükselmekten büyük haz aldım. Latife bir yana, aslında bu durum hayatın değişmez bir kuralını da gözler önüne seriyor. Yani maddi gücünüz ya da pozisyonunuz varsa başkaları hakkında karar verme gücünü de elinizde tutabiliyorsunuz. Konuya dönecek olursak, o günlerde aklıma yatan bir yayıneviyle maddi külfeti üzerinde anlaşarak ilk kitabımı çıkarmaya muvaffak olabildim.

İlk kitabınızı elinize aldığınızda neler hissettiniz?
Bu soruya yazarlar genelde, bir çocuğum doğmuş gibi hissettim gibi cevap verirler ve evet, ben de buna yakın duygular hissetsem de içimde biraz burukluk vardı. Çünkü her yazarın yazma amacı, kitabının değer görmesi; yani okunması, yorumlanması ve gündem olmasıdır. Bazıları der ki; ben yazayım da satıp satmaması önemli değil. Bu aslında biraz züğürt tesellisidir. Satılmayacaksa, okunmayacaksa, insanın sırf kendini tatmin etmek için kitap çıkarmasını ben anlamlı bulmuyorum. Tatmin olmak isteyen yazar, yazdıklarını sosyal medyada ya da bazı edebiyat sitelerinde paylaşır; okuyanlardan bazıları yüreğine sağlık diye altına yorum yazar, bazıları da alkış ya da gülücük emojisi atar, bu kadar. Fakat kitap çıkarmak ciddi bir emek işidir. Paradan daha kıymetli zaman harcanıyor. İlk kitabımı çıkarmak, benim bir buçuk yılıma mal oldu. Ha tabii bu zaman zarfında yedi yirmi dört kitapla meşgul olmadım, bu arada geçimimi sağlamak için işimde çalışmaya devam ettim ama yeri geldi uykumdan kıstım, yeri geldi aileme ayıracağım vakitten çaldım. Dolayısıyla kitap çıkarma meselesi bu kadar ayağa düşürülmemeli bence.

Sizce Türkiye’de kitap çıkarmak ayağa mı düştü?
Şu anda aynı zamanda bir yayıncı olarak bu sorunuza üzülerek de olsa evet cevabını vereceğim. İnsanların yazarlık hayalini suiistimal eden o kadar çok yayınevi var ki; birçoğu çok berbat bir dosya da gönderseniz, çok beğendiklerini ifade ederek basmak için yazarla anlaşmaya çalışıyorlar.

Bundaki amaç nedir? Yayınevi bu tarz kitaplar çıkararak kendi markasını zayıflatmış olmaz mı?
Burada markanın itibarı kaygısı yok tabii. Tamamen ticari bakılıyor meseleye. Bazıları birden fazla isimle faaliyet yapıyorlar; biraz okunacak gibi olanları birinde, hiç edebi değeri olmayanları da diğerinde basıyorlar. Yazardan parayı aldıktan sonra kitabın satıp satmaması önemli değil onlar için, ola ki satarsa o da üzerinin kârı oluyor.

Yayın yönetmenliğini yaptığınız Düş Kurguları Yayınevi’nin yayın politikası hakkında bilgi verir misiniz?
Düş Kurguları bir yayınevinden çok ileriye yönelik bir projedir aslında. Şu an için görünen kısmı sadece yayıncılık üzerine olduğu için şimdilik bu yönüyle konuşmayı tercih ederim. İsim babası sizin de yakinen tanıdığınız kıymetli Feridun Hocalar ağabeyimizdir. Bu işe gönül veren arkadaşlarla yola çıktık ve dokuz kişilik bir ekiple faaliyetlerimizi sürdürüyoruz. Kurulduktan kısa bir süre sonra yayınevimize birçok dosya başvurusu oldu. Dosyaları öncelikle edebi yönüyle inceliyoruz. Yazar kitabını çıkarmak için para teklif etse dahi edebi olarak yeterli bulmadığımız dosyaları kitaplaştırmıyoruz. Bu durum her ne kadar ticari açıdan aleyhte bir durum olarak görülse de aslında uzun vadeli düşünüldüğünde yayınevimizin lehine olduğunu düşünüyorum. Bununla birlikte kitap olmayı hak eden eserleri okurlarımızın beğenisine sunmuş olmanın gönül rahatlığını yaşıyoruz. Yayınevimizin aynı zamanda kitapokutan.com adında bir kitap satış sitesi bulunmakta.

Yazarlar ya da yazar adayları Düş Kurguları Yayınevi’ni neden tercih etmeli?
Ben bu soruyu kalemine güvendiğim yazarlara şu şekilde soruyorum: Zaman ve emek harcayarak yazdığınız eserinizin, edebi değer gözetmeksizin her dosyayı basan kitapların arasında mı yer almasını istersiniz, yoksa sadece nitelikli eserlerin arasında mı çıkmasını istersiniz? Bu soruya tüm yazarların vereceği cevap bellidir. Ayrıca biz yayınevi olarak kitaplarımızın ve yazarlarımızın tanınması için internet ve sosyal medya alanına başından beri ciddi yatırım yaptık. Sosyal medya ve reklam uzmanlarıyla çalışmaktayız. Burada yazarın bireysel gayreti de önemlidir elbette ancak biz de yayınevi olarak üzerimize düşeni fazlasıyla yerine getirme gayreti içindeyiz. Bunun sonuçları orta ve uzun vadede çok daha net bir şekilde ortaya çıkacaktır.

Türkiye’de kitap okuma oranının oldukça düşük olması yayıncı olarak sizi kaygılandırmıyor mu?
Bu sadece yayıncıyı değil herkesi kaygılandırmalı. Özellikle Avrupa ülkeleri ile kıyaslama yapıldığı zaman arada korkunç bir uçurum görülüyor. Ben umutsuz değilim. O da şundandır ki bu ülkenin her bireyinin düşlerini süsleyen bir gelecek vardır. Bir gün Türkiye’nin dünyanın sayılı devletlerinden biri olacağı, Türk halkının müreffeh bir hayat standardına kavuşacağıdır. Fakat bunun gerçekleşmesinin tek bir yolu vardır. O da Türkiye’deki kitap okuma oranının en az Avrupalı devletler seviyesine çıkmasıdır. Bu gerçekleşmedikten sonra boş hayallere kapılmanın manası yoktur. Bazıları bir kurtarıcı beklerler, gelsin de bizi kurtarsın diye; işte o kurtarıcı kitaplardır.