Kaleme aldığı ”Armageddon: şeytanın intikamı” kitabı ile büyük beğeni kazanan yazar Ali Çiğdem yeni kitabı ”Dehşet döngüsü” geçtiğimiz günlerde Lopus tayınevi etiketi ile tüm dijital platformlarda ve kitapçılardaki yerini aldı. Başarılı yazar, ile görüşerek yeni kitabı ile ilgili bilinmeyenleri sizler için konuştuk.
Yeni kitabınız ”Dehşet döngüsü”nün bir hikayesi varmı?
Kitabın öyküsü çocukluk anılarıma ve korkularıma dayanıyor. Eminim neredeyse her çocuğun o dönemlerde bezer korkuları vardır. Çocukluğumuzda yaşadığımız çevreyi teşkil eden uyarıcıların bizim üzerimizdeki tesirleri kişiliğimizi ve tüm hayatımızın seyrini tayin eder, işte bu yüzden merhum Doğan Cüceloğlu şöyle der: “ insanın anavatanı çocukluğudur.” Şüphesiz bir yazarın heybesinde yaşadıkları ve okudukları vardır. Yaşadıkları arasında bilinçaltını ve kişisel hafızasının en kalıcı olan kısımlar çocukluk dönemlerine aittir. Psikanalitikçi kuramlara göre bilinçaltının yüzde seksenini 0-6 yaş dönemi oluşturur. Bu dönemde çocukların zihinlerine, düşünme prensibine hakim olan animistik düşünme biçimi vardı işte çocuğa uçsuz bucaksız hayal gücü yeteneğini veren de bu dur gerçek ile gerçek olamayanı ayırt edememe yani cansızı olanı canlı veya sihirli bir obje gibi algılaması bu düşünme biçiminden kaynaklanır.
İşte naçizane buradan yola çıkarak Anadolu ve Mezopotamya kültüründe halk kültüründe bundan yaklaşık otuz yıl önce nerdeyse her evde gördüğümüz bugünse hala köylerde görebildiğimiz, Anadolu kültürü ile özdeşlemiş bir süsleme eşyasını insanın zihninin derinliklerinde bazı korkuları besleyen bir öğe olarak kullandım. Bu süsleme eşyasının ne olduğunu söylemeyeceğim ancak şunu söyleyeyim kitabı okuduktan sonra bir daha eski gözle bakamayacaksınız o şeye. Tabi kitabın konusu çok yönlü, eserin İstanbul etrafında şekillenmiş tarihi efsanelerle ilişkilendirip ortay yepyeni ancak tarihin köklerinden beslenen biraz gerçeklik biraz da kurgusal öğeleri sentezlemek gerekiyordu. Bunun için tarihi Aydos Kalesi ve onun fethinde bulunmuş Gazi Abdurrahman ile ona rüyasında aşık olan bir Bizans Prensesinden yola çıktık. Tabi bunları derlemek için günlerce araştırmalar ve okumalar yaptım. Okur kitabı okurken konuyu araştırmak istediğinde karşısına gerçek bilgiler çıktığında esere olan itibarının artması için eserlerinizi sadece hayal gücü ile kurgulayamazsınız. Kitabın olay akışından söz edecek olursak, günümüz dünyasında on bir yılda bir ortaya çıkan yöntem olarak birbirinin aynısı olan cinayetler silsilesi var.
Kurbanlar farklı zamanlarda ve farklı şehirlerden olsa da cesetlerinin ortaya çıktığı yer İstanbul Aydos Ormanı. Cinayet masası polisleri bir kısır döngü gibi devam eden bu cinayetleri bir türlü aydınlığa kavuşturamamakta ve her defasında dosya çaresizce kapatılmakta ta ki komiserin biri katile dair bir iz buluncaya kadar. Lakin bu işlerin çözülmesinden çok daha kötü bir hal almasına yol açıyor ve her sayfası ayrı bir gizem barındıran olaylar akıp giderken kahramanlarımız derinlere indikçe bu cinayetlerin Osmanlı döneminde yaşanmış bazı efsanelere kadar uzandığını öğrenir.
Birazda kitabın yazım aşamasından bahsedelim, neler yaşadınız?
Kitabı yazmak kadar ön araştırmasını yapmak, bilgileri derlemek de zordu hatta daha zordu diyebilirim. Tabi bununla da bitmiyor bunları tüm bunları edebi bir potada eritip ortaya yepyeni, özgün bir şey çıkarmanız gerekiyor. Yazdığınız kurgunun matematiği, tasarımı önemli olduğu kadar onu doğru kelimelere ve cümlelere dökmek de önemli. Bu ikisi ayrılmaz bir bütündür biri olmadan diğeri bir anlam ifade etmiyor. Kitabı bitirmek tam olarak bir yılımı aldı ancak konu ve kurgusal arayış yıllarca zihnimi kurcaladı. Kimi okurlar yazarların kitaplarını parmaklarını şaklatırcasına birdenbire yazmaya başladıklarını düşünür ancak öyle değil. Kafanızdaki konunun olgunlaşması gerekir yok oturup bir kelime dahi yazamazsınız, yazsanız bile içinizi asla sinmez ve silersiniz. Bir kitabın konusu tıpkı ağaçtaki meyve gibidir pişmeden onu koparamazsınız, koparsanız bile yiyemezsiniz heba olur.
Son olarak kitabınız hakkında kitapseverlere neler söylemek istersiniz?
Bu tür tüm dünyada da genç bir tür ancak kitlelerin fazlasıyla benimsediği bir edebi tür ancak maalesef ülkemizde Polisiye-Korku henüz tam manasıyla edebi bir tür olarak yaygın bir şekilde kabul görmüş değil. Bunun en büyük sebebinin ise önyargılar olduğunu düşünüyorum. Oysa bu türün özelikle gençlerin okuma kültürünü kazanması açısından ne kadar faydalı olduğu tam manasıyla bilinse bazı şeyler değişebilir. Bu türe dair önyargılardan en yaygın olanlardan biri de bu eserlerin salt macera ve olay yazısı olduğudur, oysa günümüzde gerek yabancı kalemlerden gerek yerli kalemlerden bilim,mitoloji, tarih vs gibi alanlardan istifade edilerek çok yönlü eserler ortaya konmakta. Bu türe olan ilgimin başlıca sebeplerinden biri gençlere hitap etmektir. Bir toplumun geleceği genç dimağlar kitaplarla buluştukça aydınlanmaya başlar. Gençlere tavsiyem okumak için eser seçerken, kitabın son sayfasına geldiğinizde hayata dair bilginizi, fikrinizi ve ufkunuzu ileriye taşıyacak eserleri tercih edin.