Yaşadığımız şu hayatta iyisi ile, kötüsü ile, güzeli ile, çirkini ile, doğrusu ve yanlışı ile insanlığımızı paylaşıyoruz paylaşmasına ama ne kadar önemsiyor, ne kadar özen gösteriyoruz acaba?
Ummadığınız bir anı size umursatacak olabileceğini önceden düşünmek ya da düşünebilmek ve akabinde gelişen mahcubiyet sizi veya sizleri ne kadar etkiler ya da ne kadar etkisi altına alır bilinmez. Bir gerçek var ki insan oğlunun insanlıktan yavaş yavaş uzaklaştığıda günümüz insanında görülüyor olması ne yazık ki bir gerçek.
Şimdilerde insanlık, tabiri caiz ise sanki bir film ya da bir tiyatroda başrol oynayan bir (jön) ve ardından gelen figüranlarin oynadığı sahte kahramanlıkları gibi adeta.. Film veya tiyatro başlıyor, herkes rolünü oynuyor. Ondan sonrası mı?.. Herkes “kahraman”…
Oysa ki böyle mi olmalı, böyle mi paylaşmalı hayatı? Ötekileştirerek, umarsız ve acımasızca.
Neyi paylaşamaz olduk kalp kırarak, gönül inciterek. Oysa ki bizim gelenek ve göreneklerimiz sağlam temellere dayalı olmasına rağmen, temelimizi çatırdatan birileri mi var da hakimiyetimizi kaybeder olduk?…
Hayat öyle bir şey ki, öncelikle birbirimize karşı dürüstlüğün, sevginin ve saygının inceliğini bu gün olmasa da, gün gelecek aşağıda yazacağım hikayedeki kıssa da olduğu gibi insan oğluna ne kadar etkili, ne kadar anlam ifade ettiğini; bazen hüzünle, bazen sevinçle bazen de duygu yüklü karşımıza çıkabileceğini unutmamamız gerekiyor…
”İki Mendil”
İlkokul birinci sınıfa başladığımda, ön sıralarda tek başına oturan bir çocuk gördüm. Yanımdaki kıza çocuğun neden böyle yalnız oturduğunu sorduğumda; kız bana “Onun hep sümüğü akıyor, bu yüzden kimse onunla oturmak istemiyor” dedi.
Birkaç gün sonra, öğretmenimiz sınıftaki oturma düzenimizi ayarlarken, bu çocuğa da bir arkadaş bulmaya çalıştı fakat yine kimse buna yanaşmadı. En sonunda ben parmağımı kaldırıp, istekli oldğumu söyledim. Sümüklü çocuk bu işe çok sevindi.
Ben o günden sonra siyah önlüğümün cebinde hep iki mendil taşıdım; biri benim, diğeri de sümüklü arkadaşım içindi. Sümüğünün aktığını fark etmediği zamanlarda, ben arkadaşımın burnunu silerdim. Sümüklü arkadaşım ikinci sınıfa geçtiğimizde, babasının işleri yüzünden, mahalleden taşınmak zorunda kaldı.
Aradan yıllar geçti.
Adını unuttuğum bu güzel kalpli çocukluk arkadaşım, gelip beni bir imza gününde buldu. Kendini tanıttı. Sarıldık, sohbet ettik. Uzun zaman önce Amerika’ya yerleşmiş, evlenmiş, çocukları da varmış. Arada sırada İstanbul’a gelirmiş. “Artık sümüğüm akmıyor Tamer. Oğlumun burnunu siliyorum”dedi kahkahalarla güldük. Bir ara sustu. Buğulu gözlerle bana baktı. “Ben, ben neleri neleri unuttum da, senin benim burnumu silmeni unutmadım Tamer.” dedi. Ortamı dağtmak için lafı gırgıra vurdum ”Ne olcak lan dedim? Şimdi aksa yine silerim…” Lafımı kesti ” Öyle deme dostum. Ben o zamanlar söyleyemezdim ama kimse benim yanıma oturmuyor diye çok üzülürdüm. Okula gelmek istemezdim. Aynada sümüklü halimle karşılaştığımda kendimden tiksinirdim. “Seni kimse sevmiyor, sen pis bir çocuksun” derdim. Ama sonra sen bana öyle sıcak davranınca, akan sümüğüme rağmen sevildiğimi anladım. Evet beni de seven vardı. Yaşasınnn…Ve ben eğer daha sonra Türkiye’nin en iyi üniversitelerinden birini bitirdiysem, bu, burnumu silen mendilin ve o mendili tutan elin sayesindedir. Dönüp dönüp çocuklarıma bu hikayemizi anlatıyorum. Diyorum ki, ‘Kimseyi kimseden ayırmayın. Düşeni, yalnızı, garibanı elinden tutun kaldırın yerden. Diplomalarınız sizi insan etmeye yetmez. İnsanlığın diploması vicdandır.’ diyorum.
Bu kez de benim gözlerim dumanlandı. Bir şey diyemedim. Sustum. Gitmeden, cebinden iki mendil çıkardı. “Bak dedi ben de artık senin gibi yanımda iki mendil taşıyorum. Ne olur ne olmaz…”
Siz de hep yanınızda iki mendil bulundurun, olur mu? Ömrümün güzel insanları; mutlaka sizin de karşınıza burnunu ya da gözünü sileceğiniz biri çıkar.
Unutmayın karşınızdakini hakir görmeden önce, aynanızla mutlaka yüzleşmelisiniz. Kalın Sağlıcakla…
Yüksel Itak
yukselitak@dskultursanat.com