Bu yazımda gerçek sanatı ve sanatçıyı tenzih ederek, sanatını hedefinden uzak, sanatçılığını da kendi egosunu ve kişiliğini ön planda tutmak için yapanlara değinmek isteyerek kaleme aldım.
Sanatçı geçinenler; Suriye’de insanlık katledilirken, insanlığın acılarına derman olamıyorlarsa, sadece pembe dizilerin ve ufuksuz vadilerin adamı oluyorlarsa, bu gibilerden sanatçı olunamayacağını söylememiz onları gücendirmemelidir. Zira sanatçı, kitlelerin alıcı ve vericisi olmak durumundadır. Sanatçı, asla pasif olamaz. Yaşanan aktif bir hayatın muştulayıcısı, acılar içinde kıvranan insanlığın kalkanı olmayan sanatçı, sanatını kimin için icra ettiğini düşünmelidir.
Sanatçının işinin zor olduğunu bilenlerdenim. Köy ve kent sorunu; dil, din, eğitim, öğretim, ilericilik, gericilik ve daha bir sürü sorunlar yumağı içerisinde ayakta kalabilmek ve mücadele etmek, elbette zordur. Böyle zeminde fildişi kulesine çekilmek de olmaz. Türkiye gibi, sorunu çok olan ülkelerde sanatçıya, bilim adamlarına, fikir adamlarına, yazar ve şairlere çok iş düşmektedir. Sorumluluk bilinci taşıyan her sanatçı, halkına dönmeli ve topluma seslenmelidir. Toplumun uyanmasında ve bilinçlenmesinde sanatçının üfüreceği soluk ve aydınlarımızın vereceği fikirler, önemli katkılar sağlayacaktır. Artık şu gerçeği sanırım herkes anlamıştır ve bu noktada bir mutabakat sağlanmıştır: Sorunları çok olan Türkiye’de, sanat toplum içindir. Büyük sanatçılar, yaşadıkları toplumun sorunlarına eğilmişlerdir. Topluma yönelen sanat ve sanatçı küçülmez, bilakis büyür ve güç kazanır.
Sanatın tabiat güzelliğini taklit ettiğini ve bu yüzden de uzun soluklu olamayacağını söyleyenler haklı. Toplumdan uzak olan sanat, toplum dışında hayatını sürdüremez. Sanat eserleri de insanlık için olmalıdır. İnsanı, onun kutsallarını dışlayan bir sanat, kendisine nasıl ve nerede hayat bulacak? Dolayısı ile sanat, sanat için yapılamaz; sanat, insanlık için olmalıdır. İnsanın olmadığı bir coğrafyada sanatın ne hükmü ola ki?
Sanatçı da insanlıktan uzak limanlarda gezinmeye başlarsa, başarılı olamaz. İnsanlığın temel dinamiklerini ve özünü temsil etmeyen sanatçı, sanatçı sınıfına dahil edilemez. Sanat eseri ortaya koymak isteyenler, kişilik ve karakter sahibi olmalı, bu da yetmez; evrensel düşünmeli ve tüm insanlığa hizmet etmelidir. Yaşadığı toplumun manevi değerlerinden ve inançlarından kopuk, soyut bir metafiziğe inanan sanatçı, maddeye taptığı müddetçe maneviyatın öncülerine hiçbir şey veremez.
İlkel toplumlarda sanata pek önem verilmediği için o bölgenin sanatçı geçinen zümresi, çıkınındakileri satmada zorluk çekmez. Ama maneviyata, insanlığa, ahlaki değerlere ve inançlara önem veren, bunları değişmez sabiteler olarak gören bir toplumda sanatçının kimlik ve karakteri çok önemlidir. Bakmayın siz; Türkiye gibi ülkelerde, kişiliğinden ziyade dişiliğini sergileyenlere… Ortaya koyacak sanatı ve eseri olmayanlar, neyi sergileyecekler? Bizde sanatçı geçinenler, evrensel bir sanatın ve sanatçının tanımını yapamazlar. “Sanat, sanat içindir” diyenlere sorun, bu kavramın açılımını yapmada zorlanacaklardır.
Hayatı ve gerçeklerini kavrayamamış, tabiat ve toplum yasalarını okuyamamış, ortak akıl ve kültürden yoksun şahsiyetlerin sanat adına ortaya çıkmaları, bu ülkede sanata verilen değeri göstermektedir.
Bağlamanın perdelerinde notaya dayanarak melodi çıkaramayan, Anadolu’u halkının derdinin ne olduğunu bilmeyen; ozan ve şairlerin dünyasından habersiz bir sanatçı, ne kadar halk müziği sanatçısı olabilir? Haydi söyleyin, bir başkasının eserini dillendiren, hiçbir beste ve derlemesi olmayan, halk müziğinin köklerinden habersiz birisini sanatçı sayabilir misiniz?
Yani demem o ki gerçek sanatın ve sanatçının gerçek anlamda hak ettiği kıymet ve değerini verirsek ve hak ettiği zirvede tutabilirsek, her önüne gelenin sanat yapıyorum diye ego ve kapris hastalığını bizler çekmek zorunda kalmayız … Sözün özüne gelecek olursak, bir Sanatçı sanatını İNSANLIK için yapmalıdır. Kalın Sağlıcakla…