Yazar: Samet Tosun Page 5 of 7

Taner Çolak Röportajı

Benim de seçimim ‘İlk Görüşte Aşk’ oldu

Samet Tosun: Merhabalar Taner bey, öncelikle bizi kırmadığınız için teşekkür ederiz. Bize biraz kendinden bahseder misin ? Taner Çolak kimdir ?

Taner Çolak: Merhabalar. Ben Taner Çolak. 1989 İstanbul doğumluyum. Müjdat Gezen Konservatuarı Hafif Batı Müziği mezunuyum. Yıllarca bir çok mekanda sahne aldım ve hala da almaya devam ediyorum. 2014’ten itibaren de Youtube üzerinden cover ve kendi şarkılarımı paylaşmaya başladım.

Samet Tosun: Birazda yeni şarkın ‘’ilk görüşte aşk’’ tan bahsedelim, stüdyo aşamasından bahseder misin?

 

Taner Çolak: Aslında şarkıyı yakın bi zamanda paylaşmayı düşünmüyordum. Bi gün aranjörüm Ozan Arapoğlu aradı ve bi şarkı seç ben çıkaracağım dedi. Benim de seçimim ‘İlk Görüşte Aşk’ oldu. Ozan aranjesini kendi tecrübesiyle yaptıktan sonra bana da sadece okuması kaldı ve dinleyicilerle şarkıyı buluşturmuş olduk 🙂

Samet Tosun: Bir sanatçı ile düet yapacak olsan bu kim olurdu? Ve neden?

 

Taner Çolak: Türkiye’de o kadar değerli sanatçılar var ki isim vermem ne kadar zor olsada ilk olarak Sıla diyebilirim.

 

 

Samet Tosun: Telefonunun da en çok kullandığın 3 uygulama hangisi desem?

 

Taner Çolak: Sanırım bi çok kişi gibi Whatsapp, İnstagram ve Twitter uygulamalarını daha sık kullanıyorum.

 

Samet Tosun: Peki Taner Çolak nasıl biri, müzik dışında neler yapar ?

 

Taner Çolak: Genellikle kendi halimde olmayı severim. Spor yaparım, bi çok erkek gibi Fifa oynarım 🙂 , dizi ve film izlemeyi çok severim özellikle yabancı, Futbol maçlarını takip etmeyi de çok severim.

Samet Tosun: Senin için aşk nedir? Bize tanımlar mısın?

 

Taner Çolak: Klişe gibi gözüken ama çok derin anlamlar ifade eden bir soru 🙂 Aşk’ı yakın zamanda tadan biri olarak konuşacağım. Aşk öyle bir duygu ki gerçekten mantığı devre dışı bırakabiliyor. İnsana çılgınca şeyler yaptırtabiliyor. Sırf özlediğin için başka bir şehire saatlerce yol gidip onu görüp gelebiliyorsun mesela… Sürpriz yaparken bile öyle bi hisse kapılıyorsunuz ki kelimelerle tarif edemiyorum. Bi erkek olarak karşı tarafa beklemediği bir anda sürpriz yaparak onu mutlu edince ben de mutlu olan bisiriyim. Bu yüzden benzer şeyler yaşayanlar belki anlayabilirler beni 🙂

Samet Tosun: Şuan sahne aldığın bir yer varmı? Ve sahne öncesi yapmazsam olmaz dediğin bir şey varmı?

 

Taner Çolak: Son yıllarda çok sık sahne aldığım için bu kış sezonu biraz dinlenmeye ayırdım kendimi. Ama yaz ayları boyunca işletmeciliğini de yaptığım Kuşadası Güzelçamlı’da bulunan Kumbara Cafe&Bar sahnesinde olacağım.

Sahne öncesinde mutlaka yemeğimi 2 saat önceden yemiş olmam lazım ki performansım daha iyi olabilsin. Çünkü sahneye yakın zamanda bir şey yersem şarkı söylerken sıkıntı çıkarabiliyor.

 

Samet Tosun: Son olarak DS kültür sanat okurları için bir şeyler söylemek istersin ?

 

Taner Çolak: Umarım sürekli okuyacak güzel içerikler olduğu sürece herkes okumaya devam eder. Size de bu yolda başarılar diliyorum, hoşçakalın…

Semih Ertürk Röportajı

Samet Tosun: Merhabalar Semih bey, öncelikle bizi kırmadığınız için teşekkür ederiz. Bize biraz kendinden bahseder misin ? Semih Ertürk kimdir ?

Semih Ertürk: Merhaba Samet Bey, öncelikle bu fırsatı bana verdiğiniz için size ve ekibinize tekrar teşekkür ediyorum. 9 Şubat 1988 Çorum doğumluyum. Emekli memur çocuğuyum. Bekârım. 2006’da Tokat Gaziosmanpaşa Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümüne yerleştim. Şiir dinletileri, editörlük, tiyatro faaliyetleri, Sessiz Kalemler isminde bir dergi ve aynı adla bir TV Programı yaptım. 2011’de mezun oldum. Bir müddet ücretli öğretmenlik yaptım. 2013’te alanımla ilgili çalışmalar yapmaya başladım. Birebir dersler verdim. 2016’da yayınevi kurdum, iflas ettim. İş konusunda pek şanslı olmadım. İlginç bir şekilde bunca faaliyetime rağmen sektörde pek kabul de görmedim. Arkamda duran da olmadı, destek çıkan da. Devleti de hep kıl payı ile kaçırdım. Sonrasında İstanbul’a tekrar döndüm. İş aradım, aradım, aradım az gittim uz gittim başvurdum, yalvardım, derken 1 yıl Yozgat’ta bir doğalgaz şirketinde arşiv memuru olarak çalıştım. Tekrar İstanbul’a geldim. Birkaç yerde daha çalıştım. Sonrasında yani 30 yaşıma geldiğimde artık edebi bir şeyler üretmeye karar verdim. Ve Topsakallı Maganda ortaya çıktı.

Samet Tosun: Sosyal hayatta Semih Ertürk nasıl biridir, biraz bize iş dışında neler yaptığından bahseder misin ?

Semih Ertürk: Şu an aktif olarak çalıştığım bir yer yok. Demin de dediğim gibi ilginç bir şekilde yok sayılıp, kabul edilmiyorum. Görüşmek için gittiğim yerlerde istedikleri her şeyi yapmama rağmen iş de bulamıyorum, garibime giden kısım da burası zeten. Editörlük, öğretmenlik, güvenlik, garsonluk vs. yapabileceğim ne varsa hepsine başvurdum. Gitmediğim yer kalmadı. Nasipsiz olduğuma artık kanaat getirdim. Bunun haricinde şu an İstanbul Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Arkeoloji Bölümüne devam ediyorum. Biraz masraflı fakat güzel bir bölüm. Özel Güvenlik Sertifikasına başvurdum. Zaman zaman TRT 1’in Şampiyon adlı dizisinde figüranlık yapıyorum.

Biraz masraflı fakat güzel bir bölüm. Özel Güvenlik Sertifikasına başvurdum. Zaman zaman TRT 1’in Şampiyon adlı dizisinde figüranlık yapıyorum. Bol bol okuyorum. Diğer çıkarmayı düşündüğüm eserler üzerine odaklanıyorum. Sosyal hayatım pek yok. Şöyle ne yapıyorsam tek başıma yapıyorum. Bir yere mi gideceğim genelde yalnız gidiyorum. Bir şey mi yiyeceğim genelde yalnız yiyorum. Çok bir arkadaşım bir sevgilim vs. de yok. İnsanlar beni biraz tuhaf bulduğundan olacak aralarına pek almazlar. Ama eğlenceli biriyimdir. Tadını çıkarmaya bakarım. İmkânım olsa çok yeri gezmek isterdim. Her erkek gibi aile kurmak isterdim. Ama şu an bir fetret devrindeyim. Ailevi sorunlar, işsizlik vs. halledilmesi gereken meseleler var. Orta Gençlik Çağımda halledebilirim umarım. Şansımın döneceğine inanıyorum.

Samet Tosun: Son kitabın ‘’ Top Sakallı Bir Magandanın Entel Bamyalı Hayalleri’’ hakkında konuşalım, kitap nasıl ortaya çıktı ve mutfak aşamasını bizlere anlatır mısın ?

Semih Ertürk: Maganda şöyle ortaya çıktı: yukarda da dediğim gibi artık 30 yaşıma geldim hatta geçtim şu an 32’ye doğru gidiyorum. 25 ile 40 yaş arası bir erkeğin restorasyon dönemi ve olgunlaşmaya başladığı yaş aralığıdır. İçimdeki duyarlanmaları yazıya dökmeye karar verdim. Daha öncesinde de yazıyordum fakat kitap haline getirme fikrim yoktu. Sonrasında artık zamanı geldi dedim ve eserimi hazırladım. İlk başta yine kimse kabul etmedi, reddedildim vs. ama en sonunda yapmayı başardım.
 
Samet Tosun: Kitabı ilk eline aldığında neler hissettin, duygularından bahseder misin ?
Semih Ertürk: Sanki bir çocuğum olmuş gibi bir histi. Bir tebessüm oluştu ister istemez tabii ki de. Yani içinizdekini dışarı kısa ve net bir şekilde anlatmayı başarmışsınız. Ki yazıdan önce şiir vardı insanlık tarihinde de. O yüzden şiirde ısrarcı oldum. İnanılmaz bir heyecan yaşadım. Tarifi zor bir duygu. Anlatması gerçekten zor. İnsanlara kendinizi bir şekilde ifade etmenin hazzı ve herkesin şair olamaması da ayrı bir zevk verdi diyebilirim.
 
Samet Tosun: Bir yazar olarak ‘’Aşk’’ ı tanımlamanı istesem bizlere neler söylersin ?
Semih Ertürk: Yaşamadığım bir duygu. Karşı taraf asla karşılık vermedi bana. İnanın el ele tutuşmuşluğum dahi yoktur. Az önce de dedim tuhaf ve garip bulunuyorum. Çünkü marjinal bir yapım var. Kolay kolay yalan söylemem, asla işime geç gelmem, verdiğim söz neyse katiyen bozmam, kimsenin malına göz dikmem, gideyim de efendi gözüküp falancayla iş pişireyim derdim yoktur vs. Aşkı şöyle tanımlayabilirim: Bir çeşit duygusal virüs bulaşıklığı. Tepkileriniz, hisleriniz, kanınızın akışı aklınıza gelebilecek ne kadar hormonal, psikolojik tepkime varsa hepsi bir anda, aynı anda meydana geliyor. Siz siz olmaktan çıkıyorsunuz. Ne kendiniz ne de o olabiliyorsunuz. Aşk bir kişinin iki kişiyi birden içine sığdırıp yaşaması bana göre. Ruh aşkla katarsislenmez.
 
Samet Tosun: Kitap hakkında gelen olumlu yada olumsuz yorumlar seni nasıl etkiliyor, motivasyonunu nasıl sağlıyorsun ?
Semih Ertürk: İnan çok takılmıyorum. Kimisi takdir ediyor kimisi bu ney la diyebiliyor. Yapacak bir şey yok. Orhan Veli’de Garip Akımı’nı ilk ortaya çıkardığında kolay kolay kimse kabullenemedi mesela, dalga geçildi, şiir mi be bunlar dendi falan. Yani zamana bırakmak en iyisi eğer gerçekten bir şeyler yapabildiyseniz zaten bir şekilde anılmaya, saygı duyulmaya başlarsınız. Olumlu ve olumsuz olması beni sevindiriyor. Çünkü okuduğuna kanaat getiriyorum. Birisi daha beni biliyor artık diyorum iyi veya kötü. Seviniyorum.
 
Samet Tosun: Birazda projelerinden bahsedelim, kitapseverleri bekleyen yeni sürprizler var mı ?
Semih Ertürk: Sağlam bir iş bulduğum dakika evet. Şu an yazılmış hazır 5 şiir kitabım ve taslak halinde bir roman çalışmam var. Başlangıçta Sıfırın Karesi demiştim ama sonra ismini değiştirdim. Şimdilik adı da konusu da bende kalsın. İnşallah işlerim rayına oturduğunda daha sağlıklı bir şeyler ortaya çıkartacağım. İş derken tabii ki haydi 6 gün 12 saat çalış her şeyle uğraş asgari ücret verelim tarzı değil elbette. Bunun adı iş değil kölelik bile değil çünkü kölenin bile hakları az da olsa vardır. Bu kafaya böyle işler artık teklif edilmemeli.
 
Samet Tosun: Son olarak DS kültür sanat okurları için bir şeyler söylemek istersin ?
Semih Ertürk: Eğer bu güzel röportajı okuyup da bana güzel imkânlar sağlayabilirlerse memnun kalırım. İmkânı olanlar lütfen eserimi bir alıp incelesin. Çok pahalı bir şey değil zaten oradan para da kazanmıyorum şimdilik. Benim işim kalıcı bir şeyler ortaya koyabilmek. Hepsine saygılarımı ve teşekkürlerimi sunuyorum.
 
Samet Tosun: Bu güzel ve bir o kadar keyifli sohbet için teşekkür ederiz. İnşallah daha güzel yerlerde görüşmek dileğiyle.
Semih Ertürk: Ben teşekkür ediyorum. Biz treni kaçırmış bir milletin çocuklarıyız ve ne olursa olsun çalışmak zorundayız. Vatanseverlik budur. İşinizi ne olursa olsun düzgün yapmak.

Muharrem Aygün Röportajı

Samet Tosun: Merhabalar Muharrem Bey, öncelikle bizleri kırmadığınız için çok teşekkür ederiz. Bize biraz kendinizden bahseder misin? Muharrem Aygün kimdir?

Muharrem Aygün: 1981 Isviçre /Glarus Doğumluyum 5 çocuklu Gurbetçi Bir Ailenin en buyügüyüm. Aslen Afyon/Bolvadinliyim Ilk Okula kadar Isvircrede okudum Ilk orta ve liseyi Bolvadin de Tamamladim .Evliyim 2 Çocuk Babasıyım.izmirde yaşıyorum.

Samet Tosun: ilk olarak müzik’le tanışman nasıl oldu?

Muharrem Aygün: ilk Olarak isvicrede Yuvada sola ve kora bir Almanca eserle bir Albüm Yapmıştık daha 6 Yaşındaydım J

Samet Tosun: Yakın bir zaman içerisinde bir klip projesi var mı ?

Muharrem Aygün: Temmuz Ayında yeni Bir singlemız  olacak Onun için Güzel Bir klip çekeceğiz

Samet Tosun: Peki ilk günden bugüne hayatında neler değişti ?

Muharrem Aygün: Ben profosyonel olarak ilk Solo albümü “Ümmeti” isimli Çalışma ile Başladım Tasavvuf Müziği Albümüydü Sonra ki calismalarim Tamam Milli ve manevi duygularla yazılmış kendi soz  ve bestelerimle değişmeye başladı  herşey ne değişti dersek Kendimi Bu millete Türkiye Sorumlu hissetmeye başladım kızıl elma eserini Yaptığımda samsundan  bir şehit  esi aradi Ve 4 yaşındaki kızı o eseri dinlemeden uyumuyor dedi Baba baba Diyerek dinliyor dedi seviniyor Eserde kendini buluyor dedi .Bu gibu Bir sürü olay anlatabilirim  ve O sorumluluk Daha özenli Yaşamama bu ülke için Neler yazabilirim bu ülkenin ne kadar Değerli olduğunu nasıl anlatabilirim  Onun Farkına vardim. Özel  hayatımda  pek bisi değişmedi gittigim konserlerde  eserlerimi okududugumda aa Muharrem Aygün buymus diyorlar normalde sokakta pek tanıyan yok Bununla ilgilide  basın aciklamizi  da magazin olarak yer verdiğinizde yorumlarda gordum canları sağolsun gerççekten tanışalar severler.😊😊 Ama eserlerim dinleniyor bunun farkındayı.

Samet Tosun: Son çıkardığın ‘’Destandır Türkiye’’ isimli çalışmandan bahsedelim ?

Muharrem Aygün: Benim Şimdiye kadar 2 albüm ‘ümmeti ve Enderin  nağmeler albümü sırasıyla Türkiye’m kızıl elma eserleri yaptim Arasta iki tane satın cumhurbaskanimiza  itafen  iki eser yaptim en sonda Destandır Türkiye’m eseri hepsi birbirinden özel ve değerli güzel bir dinleyici kitlesi oldu Türkiyem  eseride il il Türkiyemi anlattın kızıl elmada Afrin şehirlerine ve gazilerine itafen yaptik (Allah Tüm şehitlerimizi rahmet Eylesin gazilerimize acil şifalar nasip eylesin ) Türkiye’m destandır eseride Bu kadar güzel bir ülkede Yaşamanın bir şükrü oldu bize Allah vatanımızdan  milletimize zeval vermesin Bizi bu bu toprakladan  ayrı düşürsün son nefesimize bu topraklada  vermeyi nasip etsin …

Bir parantez açalım herkesinde bilgisi olsun Bu konuda  bayagi bir linç alıyorum cumhur basknaimjza itafen yaptigimiz  eserde  bir ücret bir karşılık beklemedik  olmadida  sadece  bu ülkenin bir Dava Adamına bir eser yaptık ne düşündüysek onu dedik Kalbimizden geçeni Kaleme döktük Beş kuruş bir gelir elde etmedik  Ama cok  linç edildik😊😊 Hiç pişman değilim yine olsa yine yaparim Çünkü Bu ülkenin recep tayyip erdogna bu ülkenin Böyle bir Dava Adamına ihtiyacı var Allah basimizdan  eksik etmesin

Samet Tosun: Gündelik hayatta neler yapıyorsun ?

Muharrem Aygün: Günlük hayatta Çalışıyoruz konserlerimiz oluyor Sürekli provalar yapıyoruz vakit buldukça ailemle vakit geçiriyorum evcimenim  evi çok seviyorum ..

Samet Tosun: Konserler öncesinde olmazsa olmazın varmı ? Bunu yapmadan konsere çıkamam dediğin bişey ?

Muharrem Aygün: Ole bir Totemim Yok Olmassa olmazım  Müzisyen Kardeşlerim Miraç Yılmaz ve Ahmet Akın Diyim arkamda onlar olunca  bir güven geliyor sahnede arkamı sağlama alıyorum.😄 Bende Emekleri çoktur onlardan ögrendigim  çok şey var değinmeden gecemicem . bütün arkadaslarim cok  değerli aman gönül koymasınlar da hepsi ayrı ayrı çok değerli 😄😄

Samet Tosun: Kimleri dinliyorsun ? düet yapacak olsan bu kim olurdu ?

Muharrem Aygün: Ben mustafa yıldızdoğan asigiyim Sahnede Pek çok eserini okurum …  Daha çok türkü  dinliyorum Ama Bir fırsat olsa Mustafa Yıldız doğanla duet  yapmak isterim

Samet Tosun: Elinde bir imkan olsaydı dünyaya nasıl bir mesaj vermek isterdin ?

Muharrem Aygün: Bu dünyada olumluyuz Faniyiz Kimse kimseyi üzmesin..Ve Nankör Olmasın mesajım Bu.Elimde imkan olsa Ne yapardım yine Bu ülke için Olurdu bu vatan için Olurdu terör olmasın analar ağlamasın evlatlar yetim  kalmasın isterim.

Samet Tosun: Kitaplarla aran nasıl? En son hangi kitabı okudun?

Muharrem Aygün: Kipatlarla Cok  okumak istiyorum bayılıyorum ayırt etmem Vakit buldukça Okurum …En son  Mai ve siyah Halit ziya uşaklıgil

Samet Tosun: Kahvenin günlük hayatındaki yeri hakkında neler söylemek istersin ?

Muharrem Aygün: Kahve Olmassa Olmazım.. kahvesiz muhabbet olmaz Sözün başladigi yer şöyle az şekerli kahve 😄

Samet Tosun: Son olarak DS kültür sanat hakkında neler söylemek ister siniz ?

Muharrem Aygün: Türkiye’m destandir  eseri ile tanıştık kültür sanatla Tarafsız her türlü haberin ilkeli Yapildigi bir mecra Kendimi rahatca anlarabildigimiz için teşekkür ederim DS Kültür sanata …Hep olun Insallah  Bu şekilde Dürüst Ttarafsiz ilkeli  haberciliğin öncüsü olur.

Samet Tosun: Bu güzel ve bir okadar keyifli sohbet için teşekkür ederiz. İnşallah daha güzel yerlerde görüşmek dileğiyle.

Muharrem Aygün: Bende çok teşekkür ederim Bu güzel söylesi  için Çok keyif aldım…Tüm Da Kültür takipcilerine  sevgi ve saygı ile (tanımayan Takipcilarinizede Selam olsun inan tanisalar severler Hepsi mutlu olsun Onlarida çok seviyorum 😄😄

 

Samet Tosun

samettsn@yahoo.com

Mardan Kazimov Röportajı

Samet Tosun: Merhabalar Mardan Bey, öncelikle bizleri kırmadığınız için çok teşekkür ederiz. Bize biraz kendinizden bahseder misin? Mardan Kazimov kimdir?

Mardan Kazimov: Merhabalar. Ben teşekkür ederim.Ben 3 temmuz 1994de Azerbaycan/Nahçivanda doğdum.Müzik Baba mesleği,çocukluğumdan beri uğraşırım ama  16 yaşımdan beri iş olarak yapıyorum.

Samet Tosun: Bugüne kadar hayatında seni en çok heyecanlandıran şey neydi ?

Mardan Kazimov: O ses Türkiye sahnesi diye bilirim.Benim için farklı bir duyguydu.Çok büyük bir heyecandı.

Samet Tosun: İstanbul senin için ne ifade ediyor ?

Mardan Kazimov: İstanbul,benim ne kadar azimli olduğumun farkına varmama yardımcı olan şehir. 2013ün Ağustos ayında O ses Türkiye ön elemelerine katılmak için Baküden İstanbula 36 saat otobüs yolculuğu yapmıştım. Geldim,seçimlere katıldım,şarkımı okudum ve seçilmedim.Ama İstanbuldan ziyade Ankara benim için daha çok şey fade ediyor.Hem müzik hem de hayat tecrübesi bakımından.2 yıldır Ankarada yaşıyorum ve  bu 2 yıl içinde çok şeyler öğrendim. Ankara daha çok şey kattı bana şimdilik.

Samet Tosun: Biraz da O ses Türkiye macerandan bahsedelim?

Mardan Kazimov: O ses Türkiye ön elemelerine 5 kez katıldım.İlkinde o kadar yol gidipte seçilmediğim için çok hırslıydım her seçilmediğimde daha da hırslandım daha da üstüne koyarak gittim ve 5cide seçildim.İlk seçildin diye aradıklarında biraz klişe olsa da arkadaşlarım dalga geçiyor sandım))) sonra uçak biletim mail adresime geldiğinde inandım.2015 ekim 25te İstanbula geldim.8 şarkıdan oluşan repertuarımı yazdım ve tek yabancı parçayı seçdiler)) 3 gün sonra sahneye çıktım.Sahneye çıktığımda tam 12 saatdir sıramı bekliyordum,akşam da heyecandan uyumamışdım haliyle  çok yorgundum.Ama beklediğime değdi) sonra 4 tur ilerleye bildim ve benim için büyük bir tecrübe oldu aynı zamanda güzel bir anı.En önemlisi Ebru Gündeşle tanıştım.

Samet Tosun: Eğer bir düet çalışması yapacak olsaydın bu kim olurdu?  Neden ?

Mardan Kazimov: Oğuzhan Koçla düet yapmayı çok isterim.Tarzını çok seviyorum.

Samet Tosun: Azerbaycan ve Türkiye müzik sektörünü değerlendirecek olursan neler söylersin ?

Mardan Kazimov: Azerbaycan sektöründe şanslar daha az Türkiyeyle kıyaslandığında.Türkiye büyük bir ülke haliye müzik sektörü de büyük o yüzden şanslar daha çok bence .Daha Türkiye müzik sektörünü çözemedim ))

Samet Tosun: Peki yeni projelerin var mı ? varsa biraz anlatır mısın ?

Mardan Kazimov: Yeni projelerim var tabii Son bahara doğru.Şimdilik birşey demeyim)

Samet Tosun: Peki gündelik hayatında nasıl birisin ? Neler Yapıyorsun ?

Mardan Kazimov: Gündelik hayatımda Spor yaparım,yemek yapmayı severim,akşam sahne yoksa çıkıp yürürüm,yeni şarkılar öğrenirim,Behzat Ç izlerim)) Yeni insanlarla tanışmayı severim.

Samet Tosun: Elinde bir imkan olsaydı dünyaya nasıl bir mesaj vermek isterdin ?

Mardan Kazimov: Hayal kurmaktan vazgeçmeyin,ve hayalleriniz peşinden hep gidin.

Samet Tosun: Kitaplarla aran nasıl? En son hangi kitabı okudun?

Mardan Kazimov: Pek okumam.Daha çok izlemeyi severim filmi varsa.

Samet Tosun: Kahvenin günlük hayatındaki yeri hakkında neler söylemek istersin ?

Mardan Kazimov: her gün 1 fincan şekersiz türk kahvesi şart )

Samet Tosun: Son olarak DS kültür sanat hakkında neler söylemek ister siniz ?

Mardan Kazimov: Gençlere destek olduğunuz için teşekkür ederim.Derginiz uzun ömürlü olsun)

 

Samet Tosun

samettsn@yahoo.com

Erhan Gürel Röportajı

Samet Tosun: Merhabalar Erhan Bey, öncelikle bizleri kırmadığınız için çok teşekkür ederiz. Bize biraz kendinizden bahseder misin? Erhan Gürel kimdir?

Erhan Gürel: Manisanın turgutlu ilçesinde 9 temmuz 1993 yılında doğdum. İlk öğretimimi devlet okulunda ardından orta öğretimimi kolej de okuyup lise çağımıda meslek lisesi torna tesviye bölümünde okudum. 4 kardeşiz. Kardeşler arasında En küçükleri benim. Şu anda müzik dışında başka birşeyle ilgilenmiyorum.

Samet Tosun: O Ses Türkiye” yarışmasına katılmanın kariyerine ne gibi etkisi oldu? Eğer

Erhan Gürel: O Ses Türkiye yarışması bana çok özgüven getirdi açıkçası sahne konusunda. Müzik hayatıma bir renk kattı. Sahnelerim arttı. Yeni insanlar tanıdım hepsi birbirinden iyi. Yeni yerlerde sahne aldım. Bir sürü programlara davet edildim. Siz değerli insanlarla tanıştım en önemlisi. Bu ve buna benzer bir sürü güzel şeyler.

Samet Tosun: Eğer bir düet yapma şansın olsa, kiminle gerçekleştirmek istersin?

Erhan Gürel: Bir dürt yapmak istesem, merve özbey olabilirdi. Kişiliğine ve sanatına hayranlığımdan dolayıdır.

Samet Tosun: Müzik sektöründe ön plana çıkmak için ses dışında görüntünün de önemli olduğunu düşünüyor musun?

Erhan Gürel: Tabikide önemli. Sahne de yapılacak olan dansa yakışmak gerektiğini düşünüyorum.

Samet Tosun: Müziğin hayatındaki yeri ve önemi nedir?

Erhan Gürel: O olmazsa yaşayamam diyemem. Ama yeri bende ayrı. Çünkü benim gibi bir sürü müzisyen arkadaşlarımın ne yazık ki torpili olmazsa bir yerlere gelemedikleri ortada o yüzden tadında seviyorum müziği..

Samet Tosun: Herhangi bir ünlüyle aklına gelen ilk hikâyeniz?

Erhan Gürel: Kutsiyle Bi prodüksiyon şirketinin mutfağında kuru fasulye pilav yemiştik.

Samet Tosun: Peki yeni projelerin var mı ? varsa biraz anlatır mısın ?

Erhan Gürel: Tabiki de yeni projelerim var. Bir sürü  slov pop şarkılar ve hareketli pop şarkılarım var.

Samet Tosun: Peki gündelik hayatında nasıl birisin ? Neler Yapıyorsun ?

Erhan Gürel: Şunu bunu yapıyorum diyemem. Normal insanlar gibi bende hayatımı sürdürüyorum. Cevaplarım kısa ce ney gelebilir normal monoton yaşamıma devam ediyorum

Samet Tosun: Elinde bir imkan olsaydı dünyaya nasıl bir mesaj vermek isterdin ?

Erhan Gürel: Kardeşliği, birliği ve beraberliğe deyinen bir mesaj verirdim.

Samet Tosun: Kitaplarla aran nasıl? En son hangi kitabı okudun?

Erhan Gürel: Kitaplarla aram pek iyi sayılmazdı bir kaç ay öncesine kadar ama şu ara iyiyim. Zevkle okuduğum bir kitap var şeytanın eli adlı. Gerilim sevenlere tavsiye edebilirim.

Samet Tosun: Kahvenin günlük hayatındaki yeri hakkında neler söylemek istersin ?

Erhan Gürel: Kahvenin günlük hayatımdaki yeri oldukça önemli onsuz kendime gelemiyorum gergin ve mutsuz oluyorum kahve olmadan bu beden bi hiç diyebilirim.

Samet Tosun: Son olarak DS kültür sanat hakkında neler söylemek ister siniz ?

Erhan Gürel: Kültürün ve sanatın konuşulduğu yerde edep, adap, ahlak ve saygı vardır. Sitenizde bu saydıklarıma örnek bir kuruluştur. Bana bu keyifli röportaj da yer verdiğiniz için çok teşekkür ederim.

 

Samet Tosun

samettsn@yahoo.com

Yeşim Uludağ Röportajı

”Tiyatroda Devrim: İlk Holografik Tiyatro Eseri Kimya”

Samet Tosun: Merhaba Yeşim hanım, öncelikle bizleri kırmadığınız için çok teşekkür ederiz. Bize biraz kendinizden bahseder misin? Yeşim Uludağ kimdir?

Yeşim Uludağ: Asıl ben ilginiz için çok teşekkür ederim. İstanbul’da yaşayan bir Ankaralıyım. 17 yaşımdan beri Ankara’da tiyatro sahnesinde başladığım oyunculuğa, daha sonra sosyoloji eğitimimi 3.sınıfta bırakıp, Konservatuvara girince, Tiyatro eğitimimle birlikte profesyonel oyunculuk hayatıma başladım. İstanbul’a geldim. Dizilerde, reklamlarda, tiyatrolarda oynadım. Sadece oyunculuk mesleğimi yapmak için uğraşırken; birçok şey yaptım ve birçok şeyi öğrenmek zorunda kaldım.  Senaryo yazarlığı, proje tasarımları, oyuncu koçluğu, videolar, bestecilik, söz yazarlığı vs…  Aklıma gelmeyen şeyler de var. Ne yazık ki birçok şeyden anlıyorum, kurgu- montajdan bile. Bu çok iyi bir şey değil bana göre. Çok açık konuşayım bu kısımları söylemek beni biraz utandırıyor. Kendimi övüyor gibi geliyor. O yüzden işin Yeşim Uludağ kısmı kısaca budur. Detaylar zaten kitabımda yazılı. Birçok şey yapmanın ya da bilmenin pek önemli olduğunu düşünmüyorum. Okuma yazmam da olmayabilirdi. Fakat bu dünyanın biraz kurallarına uymak için en azından bunlar şimdilik yeterlidir diye düşünüyorum. Ama Yeşim kimdir dersen; sosyal medyada çizdiğim imajım biraz rahat,  goy goy olsa da; benim de bir gerçek tarafım bir de hologramım var sanırım.:) Yeşim, işin şekilleri ile uğraşanlar için yani sadece ‘dış’a bakanlar için; bir ‘Fabrika Hatası’, ’Çok güzelsin, fazla kafanı yorma bunlar için.’  ha bir de ‘Kimsin sen, neyine güveniyorsun?’ dur diyebiliriz. Bu sözler genel bir veri toplamasıdır:) Fakat işi ‘insan’ ile olanların, görünenin ötesiyle ilgilenenlerin, benimle ilgili tanımlaması çok daha farklı ve güzel  olabiliyor. Aslında ‘hiç’ olmak için uğraşırken, ‘hep’ olmak zorunda kalmış, kalıplaşmaya, kategorileşmeye, şekillere karşı biridir ve aynı zamanda karşısındakine hep ‘ayna’ olarak ne görüyorsa onu yansıtan biridir diyebilirim.

Samet Tosun: Peki kitap nasıl ortaya çıktı, bir hikayesi var mı? Anlatmak ister misin?

Yeşim Uludağ: Kitabın çok hikayesi var aslında. Kitap çıkana kadar, öncelikle bazı meslektaşlarıma okuttum. Okuttuklarımdan eleştiri ve başka bir göz olmalarını istedim. Tezimi çürütmelerini istedim. Açık yakalamalarını istedim. Okuduktan sonra yarısı benimle konuşmadı, iletişimini kesti. Birçok insanı kaybettim ya da onlar kaybetti bilmiyorum. Tabi ki destekleyen meslektaşlarım da oldu ve hala da var. Evet ‘bu olursa devrim olacak’ diyorlar. Sonra kitaplaştırmam gerektiği fikri geldi. Çünkü ortada yeni bir fikri iddia ve eser vardı. Notere onaylatmaktansa, hem öğrenciler ve tiyatro camiasına da katkısı olur diye düşündüm. Derdim, fikrimi ve eserimi aslında tescilletmekti. Projemin çok pahalı bir bütçesi olduğu için destek ve fonlar için başvurularda bulunurken de, elimde bilgisayar çıktısı ile gitmek istemedim. Bir yayınevine gittim. Sanattan ya da tiyatrodan çok anladığını düşünen biri, okumadan sadece ‘dini’ diyip ve sadece bir sayfasına bakıp ‘çağdışı oyun’ dedi. Şoka girdim. Sanırım Türk tiyatrosu o yüzden böyle dedim. Bunun benimle ilgili değil, tiyatromuzla ile ilgili bir mesele olduğunu anlattım. Üstüne parasını vermeyi de kabul edince, tabiî ki birden değişimler oldu. Paranın kendini bırak sözü bile ne kadar geçerliymiş. O kişi adına utandım. Fakat, bu defa de ben oradan çıksın istemedim. Kimya’yı emanet edeceğim yer önemliydi.  Daha birçok görüşmelerden de, genel olarak devreye egoların, önyargıların girdiğini görünce dedim ki; projenin ruhu zaten kalıpları, önyargıları yıkmak. Tıpkı Şems gibi. Birçok kişiyle görüştüm. Kafamı bir türlü anlamıyorlardı. İnsanlar ve Türk tiyatrosu için bir şey yaptığımı da. Daha doğrusu inanmak istemediler bir de ‘bizden bir şey olmaz’ kafası her yerlerine yerleşmiş. Umutsuzluk da öyle.  Bak bu dediğim insanlar öyle ‘cahil’ dedikleri değil, okumuş, kendini ‘aydın’ diye tanımlayanlardır. Derken demek ki dedim ki işin kimyasını buradan bozmaya başlamak gerekiyor. Bilinenin aksini yapmak birçok yeteneğe umut da olacaktı. Çok moralim bozulmuştu. Bu arada hakikaten çok ağladım, çöktüm. Zaman geçiyordu. Bir de oyalayanlar vardı. Hani böyle rüyada koşmak isterseniz de koşamazsınız ya hah aynen öyleydim. Sonra karşıma birden Elpis Yayınları çıktı. Elpis yunan mitolojisinde umut tanrıçasıdır. Evet bu bir işaret olmalı dedim. Oraya mail attım. Sonra bana 27 mart dünya tiyatrolar gününde olumlu cevap geldi. En güzel tiyatro günüydü benim için. Onlar da ilk kez bir tiyatro kitabı çıkaracaktı ve heyecanlılardı. Hemen çalışmalara başladık. Kapak tasarımını yaptık. Sevgili editörümüz Gizem, duygularını yazdı. Arka kapakta bu yazı olmalı dedim. İlk kapağı sosyal medya hesabımda paylaştıktan sonra, orada bir kız figürü vardı. Tam basıma geçecekken, bir yazarın daha önceden kitabında kullandığı bilgisi geldi. Yasal olarak telifi ödenmiş bir görsel basılabilirdi. Fakat onun da hayallerle yazdığı emeğine saygısızlık olmasın diye yayıneviyle ortak kararımız yeni kapak yapalım dedik. Ayrıca ben kapağın bu kadar önemli olduğunu bilmiyordum. 😊 Hani ne demek istediğimi anlıyorsun değil mi? Sürekli bir şey çıkıyordu. Sonra dedim ki biz figürü kaldıralım eski hali boş dursun, yazının kimyası bozuk olsun. Kapağa, şekle, surete bakıp önyargılı olanlarla ilgili bir iş değil bu, içerik önemliydi çünkü. Sonunda öyle ya da böyle çıktı. Projenin kitaplaşması henüz işin çok küçük bir bölümüydü ve sonra dedim ki: Yeşim hazırlan, kim bilir daha neler olacak? 😊

Samet Tosun: Yani bir kitaptan aslında çok daha fazlası olduğu zaten belli. Mesela araştırmalarımız sonucu ‘holografik tiyatro’ tanımlamasını ilk siz kullanmışsınız. Anladığımız kadarıyla bunun anahtarı sizde. Nedir holografik tiyatro? Daha önce yapılmış mıdır?

Yeşim Uludağ: Hah işte asıl meseleye geldik. Kitabı okuyabilenler detayları ile öğrenecekler zaten. Fakat imkanı olmayanlar için ve yazarlarımızın da yeni eserler yazması için biraz anlatayım. Holografik tiyatro, tiyatronun ana unsurları korunarak, çağın imkanlarından olan ‘hologram’ın tiyatroya yazılı oyun metni şartıyla uyarlanmasıdır. Tanımlamam budur. Bu benim için yeni nesil bir tiyatro anlayışıdır. Tiyatro oyununda, hologram sadece görsel veya rejisel olarak kullanıldığında ‘holografik tiyatro’ kategorisine girmeyecek. Tiyatro oyun metninin içinde; hologramın ‘olmazsa olmaz’ unsuru olarak kullanılması yani konu itibariyle muhakkak hologram ile alakalı olması gerekir. Yani hologram, eklenmek için eklenmeyecek. Oyun metni içinde en az bir karakterin veya olay örgüsündeki sahnelerin- oyunun olmazsa olmazı olarak- hologram ile zorlama olmadan anlatılması gerekiyor. Dolayısıyla derdim bir şeyleri yıkmak değil tiyatroyu vazgeçilmez hale getirmek olduğu için, önceden yazılan veya  klasik tiyatro  oyunlarını sahnelerken, hologramı sadece sahne tasarımı olarak ekleyerek; ’holografik tiyatro’ anlayışı benimsenmiş olmayacak. Kategorileştirmek değil niyetim ama, her hologram kullanılan tiyatro oyununa ‘holografik tiyatro’ denilmeyecektir. Holografik tiyatroda hologram sistemi, sadece görsel bir tasarım unsuru değil, kaynağında yani yazılı eserde zaten hologram öğesi barındırmalıdır. Yani yeni eserler yazılmalıdır. Detaylı halini ‘’Holografik Tiyatroda Yazar’’ ‘’Holografik Tiyatroda Yönetmen(ler)’’ ‘’Holografik Tiyatroda Oyuncu’’ başlıkları ile yazdım.

Daha önce ise; dünyada da sadece hologram görsel olarak kullanılmış. Sanatçının ölümsüzlüğünü hissedebileceğimiz, konserler yapıldı. Hologram kullanan tiyatrolar da var. Fakat kimse bunun için bir şey yazıp, belli bir temellendirme yapmamış. Adına ‘hologram tiyatro’ diyenler de var. Evet bildiğimiz kadarıyla hece farkı da olsa anlamı farklı olan ve temeli olan ‘’holografik tiyatro’’ ismini ilk bendeniz kullanıyor. Zaten daha önce olsaydı özentilikle her yerde paylaşılıp gurur duyulurdu. Bizden çıkınca ortalığa sessizlik hakim oluyor. 😊  Bir senin mi aklına geldi? Sen kimsin ki? Mevzuları da var tabi ki😊 Tarihte fikirler ve sanat eserleri;  hep bir ihtiyaçtan çıktıysa, acıdan, aşktan, dinlerden, inanışlardan çıktıysa bunu yaşamayanların zaten anlamasını beklemiyorum. Bir de her şeyi yeniden keşfettiğimizi pek sanmayalım. Eskiden her şey, alimler tarafından tasvir edilmiş, anlatılmış.Kutsal kitaplarda da var. Sözcükler farklı olabilir fakat anlam aynıdır. Mesnevi’de Mevlana dikkatli okunursa kuantumu bile tanımlamış. Şekilleri geçip, özü görebildiğimiz zaman; çok özenilen filozofların, bilim adamlarının, sanatçıların aslında nerelerden kaynak aldıkları çok belli. Zaten bizim olanları biz söyleyince neden kompleks oluyor anlamıyorum. Her şeyin dönemine ve çağına uygun anlatılması hatta çağını aşması gerekiyor. Bunu da zaten kalabalıklar yapmaz. Az sayıda insanlar yapar, sonra anlaşılır.

Samet Tosun: Elimizdeki Kimya kitabı, bu durumda holografik tiyatro tezinin kurallarını ve bu tezi destekleyen örnek bir eseri yani Kimya’yı barındırıyor. Bu çok önemli hatta bizce de devrim bile diyebiliriz. Sence ülkemizde sanata verilen değeri göz önünde bulundurduğunda, Kimya’ya yani holografik tiyatroya destek verilecek mi? 

Yeşim Uludağ: Önce, Mevlana’nın dediği gibi; elimde olmayanlardan değil elimde olanlardan bahsedeyim. Güzelliklerden. Mesela; Tiyatro Gazetesinde, ‘Yeni Nesil Tiyatro- Holografik Tiyatro ve Maceraları’ diye bir bölüm yazmaya başladım. İlk yazım temmuz ayında ve 100. sayılarında çıkacak. Orada bir anı gibi resmen çetele tutacağım. Kimler ne destek verdi, nerelere gittim, tepkiler ne oldu? Nasıl bir mücadele içindeyim? Hepsini yazmak istedim. Daha doğrusu kayıt altına girmesi için Tiyatro Gazetesi emekçilerine rica ettim ve onlar da sevgiyle karşıladılar. Buradan hem Tiyatro Gazetesinin 100. Sayısını tebrik edip hem de teşekkürlerimi tekrar belirtmek isterim. Aslında işin magazin ya da dedikodu kısmı gazetede olacak. 😊 Takip etsinler. Destek verenler ya da vermeyenler herkesin gözü önünde olsun istedim. Bir de yorucu bir süreç olacağının zaten farkındayım, orada bu oyunu çıkarma sürecimdeki tüm gelişmeleri yazmak beni disipline edecek diye düşündüm. Yazarlarımıza çağrı yapmak için de istedim. Bahsettiğin sanata verilen değer çok geniş bir konu. Fakat sanata verilen değere gelene kadar önce sanatçılar ne yapıyor? Değer verilmemesinin nedeni nedir? Sanatçılar orijinal ne üretiyorlar diye toplumun hesap sorması lazım. Şimdi daha da daraltayım konuyu tiyatroya gelelim. Bizim yerel oyunlar yazıp toplumun anlayacağı, sevebileceği şeyler yapmamız lazım. Seyirci ve insan ayrımı yapmadan hatta şehir ayrımı yapmadan olmalı bu. Bazı sanatçı büyüklerimden özür dilerim ama, ben birçok şeyden rahatsızım. Rahatsız olduğum için bunun dışavurumu, Kimya ve ‘holografik tiyatro’ oldu. Yabancı oyunları çevirip oynamaktan başka Türk tiyatrosu adına güzel ya da çirkin, doğru veya yanlış bir şeyler yapmaya çalışıyorum. Yeni bir cümlem var yani. Fakat artık yeni cümlelerimiz çoğalsın istiyorum. Bunun için de ‘holografik tiyatro’ hepimiz adına, dünya platformunda ilk kez Türk tiyatrosunun bir sözü olması adına da belki de bir vesile olacaktır. Bu benim değil çünkü hepimizindir. Holografik tiyatro, Türk tiyatrosunundur. Diğer taraftan da pahalı bir teknolojidir. İşte ne kadar çok eser yazılıp, yayılması için çabalarsak, o kadar normalleşecek ve ihtiyaç haline gelecektir.Diğer taraftan destek verilmesi-yalan söylemek istemem- herkesin niyetine kalmış bir durum. Ben kendime değil, tiyatroya hayran toplamak istiyorum. Ülkemiz için gerçekten bir şey yapmaya çalışıyorum. Bu aşamaya kadar zaten tek başıma bir şekilde geldim. Bundan sonra da bazı şeylere gücüm yetmiyor. Para gibi mesela.  Bu kısmı hiç düşünmemiştim. 😊  Bunun içinde gerekli yerlere başvurularda bulunuyorum. Her yeri herkesi seferber etmeye çalışıyorum. Deli diyorlar, olsun artık olan oldu. 😊 Güzel diğer destekleri gazetede yazacağım. Sürpriz olsun. Şu ana kadar ki destekler iyi gibi. Olumsuzları pek konuşmayalım bence. Kimseden de benim kadar inanmasını zaten beklemiyorum. Oyunu sahneleyebilirsem öyle daha iyi anlaşılacağım. Destek konusunda yine de söyleyeyim; Holografik tiyatroya, Kimya’ya her türlü güzel desteklerinizi bekliyorum. Çünkü bu bir tek benim değil hepimizin.

Samet Tosun: Sanat tarihinde Tiyatro akımları ve bu akımların öncüleri Türk tiyatrosunu da etkilemiştir, hala da etkiliyor. Sana da holografik tiyatro akımının öncüsü diyebilir miyiz ve sen Türk tiyatrosunda yeni bir devir başlatabilecek misiniz?

Yeşim Uludağ: Holografik tiyatro bir akım mı değil mi bunu tarihsel süreç belirleyecek. Çok büyük laflar etmek istemem. Yeni nesil tiyatro anlayışım ve fikrim dedim evet. Hatta şu an alternatif de diyebiliriz. Fakat bir önceki soruda bahsettiğin gibi desteklere bağlı. Kişisel bir fantezim değil belki de öyle kalacak bilmiyorum. İşte burada gerçekten desteğe benim değil, tiyatromuzun ihtiyacı var. Tekrar söylüyorum: Olay ben değilim, biziz. Tiyatromuz. Dediğin gibi akım olması için de zaten bunun yayılması gerekir. Benimsenmesi gerekir. Tek başıma bir yere kadar, en fazla oyunu oynayarak yapabilirim. Fakat yeni eserler yazılması gerekiyor ki , bunu daha da resmileştirelim. Önemli bir çağrı yapayım; başta ülkemiz yazarları olmak üzere tüm dünya yazarlarının ‘holografik tiyatro’ya yeni eserler kazandırmasını temenni ediyorum. Belki o zaman akım olur holografik tiyatro. Acayip şeyler yazılabilir. Mesela bir korku- gerilim oyunu, çocuk oyunları daha neler neler yazılır. Seyircinin yaşayacağı güzelliği zaten anlatamam. Ya ben çok heyecanlıyım. Kimya sadece bir örnek ve temsili olacak. Eğer güneş ilk buradan doğmazsa, yani biz, bizim olanı sahiplenmezsek, dünyayı aydınlatamayız. Bu devir başlatmak mevzusu da tartışmaya açık olabilir. Devri ben değil bizim başlatmamız için çabalıyorum. Biz yapamazsak silinip gidecek. Ben sadece oyunumu sahneleyeceğim ve bir tane müzelik örnek olarak kalacak. Türk tiyatrosunda yeni bir devir başlatabilir miyiz bilmiyorum hepimiz göreceğiz fakat kendimde yeni bir devir çoktan başladı.

Samet Tosun: İlk Holografik Tiyatro Kimya’yı kitaplaştırdığın için ve bir ilk olduğu için soruyorum. Diğer dillere muhakkak çevrilmesi gerekiyor, bunun için bir çalışmanız var mı?

Yeşim Uludağ: Evet bunu ilk günden beri düşünüyorum. Elpis emekçileri ile de öyle bir çalışmamız ilerleyen zamanda olacak. Her şeye şu sıralar yetişemiyorum. Hem oyunu sahnelemek için görüşmelerdeyim, sponsor arıyorum, başvurular yapıyorum. Sahne olarak düşündüğüm, yani ilk holografik tiyatro sahnesini kurmak için mücadele veriyorum. Çünkü başlangıç için sürekli sahne değiştirmek ağır gelebilir. Bir yerimiz olmalı. İstediğimiz zaman çıkıp oynayabileceğimiz. 😊 Ayrıca belki de yazılacak diğer holografik tiyatro eserlerine de ev sahipliği yapacak. Ya da yeni sahnelerin açılmasına belki de vesile olacak. Oyunu  yönetmesini istediğim yönetmenlerle görüşüyorum. Bir taraftan işte senin de vesilenle yazarlarımıza çağrılar yapıyorum. Her gün, her şeyin hallolmuş bir şekilde artık role hazırlandığımı, provalara başladığımı hayal ediyorum. Normalde sadece bunu yapmam gerekirken, yine her şeyle ilgileniyorum. Yalnız gerçekten arada olumsuzluklar olsa da, yorulmuyorum. Bunlar da zaten para için yapılacak işler değil. Ben sadece inandım, hayal ettim bunun için çalışıyorum.

Samet Tosun: Çok zor bir işin altına girmişsin. Türk tiyatrosu ve sanat adına, ülkemiz adına çok değerli bir iş yaptığının umarım farkına varılır. Biraz da Kimya’dan bahsetmek istiyorum. İlk holografik tiyatro eseri Kimya. Kim ya Kimya?

Yeşim Uludağ: Kimya aslında Kimya Hatun, Mevlana hazretlerinin manevi kızıdır. Şems ile evleniyor ve Şems’e çok aşık oluyor. Fakat Şems, onun tenine değil ama ruhuna dokunuyor. Aslında Şems Allah aşkı ile yanıp tutuşurken, Kimya da Şems’in aşkıyla yanıp tutuşuyor. Dört buçuk yıldır üzerinde çalışıyorum. Yeterli kaynaklar yok, Kimya ile ilgili genelde romanlar var. Birçok kaynak taramalarımda gördüm ki, bazı tutarsız bilgiler de var. Hatta iftiralar da var. Resmen kafayı yedim. Çok da fazla bilgi olmadığı için, Şems’e yoğunlaştım. Dolayısıyla Mevlana ve tasavvufa yoğunlaştım. Çünkü Kimya’nın Şems’e aşkı onu Şems’e benzetecekti. Şems’i  bilmeden Kimya’yı pek anlayamayız. Çok kısa şöyle söyleyeyim: Mevlana daha naifken, Şems daha asi ve sivri dilliymiş. Mevlana ‘öğretmenim’ der Şems için. Bu veliler çok önemli değerlerimizdir. Şems de öyle bir Allah aşkı var ki, tüm hayatını ‘bir lokma bir hırka’ felsefesiyle geçiriyor. Fakat yobaz değil. Son derece yenilikten yana. İnsanları din adı altında cehennemle korkutanların düzenini yıkmıştır Şems. Sahte hocalara karşı çıkmış, o yüzden de çok düşman toplamış. Bu söylediklerim zerre bile değil çok daha fazlası var. Şems’in bu yenilikçi özgün tavrı Kimya oyununa da yansımalıydı. Çağa uygun ve Şems gibi, kalıplara karşı, önyargıları yıkan bir tavır olmalıydı. Kimya Hatun da tarihi karakter sebebiyle bu Pirlerin dizlerinin dibinde ömrü geçiyor. Sonra aşk acısından hastalanıyor ve genç yaşta ne yazık ki ölüyor. Yetim bir kız. Mevlana onu çok güzel eğitiyor. Hatta ,’Kimya’ ismini de Mevlana koyuyor. Çok güzel isim değil mi? Mesnevi’de ‘kimya’ sözcüğünü çok kullanır Mevlana. Her şeyin bir kimyası vardır yani. Kimya, kimyaları bozmaya, değiştirmeye gelen  belki de daha fazlası bir kadındır. Aklın kimyasıyla da oynuyor. Bu yüzden sahnede aynı kişiden en az iki tane var. Kanlı canlı hem de. Hangisinin gerçek Kimya Hatun olduğunu bulan olursa bana da söylesin. Hayali bir kurgu yaptım. Kaynak yetersizliğinden dolayı, benim yarattığım Kimya; aklımızın kimyasıyla oynayan, dinine son derece bağlı bir kadının ne kadar da yenilikçi bir tavırla, anladığımız dilden konuşan ama Şems gibi de lafını esirgemeyen çok zeki bir kadın. Biz okurken veya izlerken hangi zamanda olduğumuzu bilmezken, Kimya hangi zamanda olduğumuzu biliyor. Ben de hikayedeki zamanı bilmiyorum bu arada. Yani ben bilmem Kimya bilir Kimya’yı. 😊 Kimya her şeyden önce bir insan ve o da hata yapıp, günah işleyebiliyor. Sonra bir kadın, onun da arzuları, yaşamak istedikleri olmuş ve yaşayamamış. İç hesaplaşması, çatışması olurken aslında topluma da bazen ayna oluyor. Hurafeleri savunurken bile, kendini çürüttüğü anlar oluyor. Her türlü sorgulamaları , dedikoduları yüzeye çıkarıp, bunu konuşmaktan da çekinmeyecek kadar cesur bir kadın Kimya.  Ezber bozuyor. Bazen bir kurban, bazen cellat oluyor. Bir başkaldırısı ve aşkı var. E tabi aşk var aşk var bir de. İçindeki putu aşk sanıp, diğer ‘aşk’ı mı unutuyor yoksa ‘aşk’ı keşfedip putlarını yıkabilecek mi? Yoksa hepimizi kandırıyor mu? Kısacası hangi zamanda olursa olsun; Kimya, bir umut projesidir. Kimya, umuttur. Kimya, bu dünyadan sıkılanlar için ayrı bir dünyadır ya da dünyanın ta kendisidir.

Samet Tosun: Neden Kimya Hatun? Kitapta anlatmışsın fakat yine de kısaca ilk çıkış noktasını ve seni neden etkilediğini kısaca anlatır mısın? 

Yeşim Uludağ: Her şeyin sebebi küçük bir kız çocuğu ve imkansız aşk yaşayan bize ait bir kadın hikayesi aradığımdandır.

Öncelikle şunu söyleyeyim. Tiyatroya başladığımdan beri çok fazla turne yaptım. Ülkemizin Doğu, Batı, Kuzey, Güney ayrımı yapmadan, köy, kasabalarına kadar hemen hemen her yerinde sahneye çıktım. Bu arada gayet işte entel dantel takılıyorum, yaptığımız işi çok kutsal sanıyorum işte sanatçıyız yani öyle düşün😊 (Şu an o hallerim aklıma gelince çok gülüyorum.) İnsan içindir diyorum fakat insanlardan ve insanlarımızdan haberim falan yok o kadar tutarlıyım. Ama nedir? Sahne kutsal. 😊 Kutsal her şey kutsal da biz kim için ne için yapıyoruz bu işi? Hani işimiz insanla ama insanlardan haberim yok. Tiyatro’nun da bazı kuralları olduğuna inanıyorum o zamanlar. Bilinçli seyirci de gördüm, ilginç seyirciler de gördüm. Sanattan tiyatrodan anlıyor gibi yapan seyirci de gördüm, anlamasa da o an zevk alıp bir daha geleni de gördüm. Neler neler gördüm. Daha fazlasını kitabımda ‘’Yeşimce- Yeni ve Yeni Cümle’’ bölümünde okuyup şaşırabilirler. Bunları söylemekteki sebebim seyircileri değil; kendimi suçlamamdır. Kesilen ahkamların aklıma gelmesidir. Yoksa şu kolay ‘toplum bizi anlamadı.’ Ya da ‘seyirci anlamadı.’ Topu seyirciye atmak kolay, hatta suçlamak da kolaydır. Hatta gamsız bir iştir. ‘’Ben sanatımı yapayım da- ki yapılan sanat mı o da tartışılır- beni ilgilendirmez. ‘’ Mantığı ile sanırım bu yüzden her şey hala aynı. Peki biz nerede bu işi yapıyoruz? Türkiye’de. Sanatın evrenselliği kimliksizlik demek değildir. Bir özgün tavrı ve tarzı vardır. Evrensellik adı altında biz, bize ait  olmaktan çıkıp, hiçbirimizin anlamadığı ama anlıyor gibi yaptığı işler yaptığımızı anladım. Düşünün ben bile anladım. 😊 Anadolu turnelerimden birinde; ‘kutsallığı’ ve ‘sözde kuralları’ yıkan küçük bir kız çocuğu gördüm. Sahneye gelip bana dokundu. Oyun esnasında düşün. Şaşkındı. Bir de beni düşün, içimden diyorum ki ‘bu nasıl organizasyon?’ Nasıl güzel ‘sanatçı’ kafalarındayım değil mi bak? 😊 Bu arada oyunda tek kadın oyuncuyum. Hepsi erkek hani baya ana kraliçe modundayım. Oyun bitti çıkışa o kız çocuğu geldi. Hayatımın olaylarından biridir. Şu an seninle sohbetimin bile belki de sebebidir. Önce sarıldı. Şaşkındı. Hayatında ilk kez tiyatroya gelmişti fakat yetişkin oyunuydu. Bir taraftan da babası benle görmesin diye saklanıyordu. Oynadığım rol de biraz gıcık bir roldü öyle söyleyeyim. Yani oyun ortasında ‘Allah belanı versin.’ Diye bağırıyorlardı. 😊 Çok büyük mutluluktu bunlar benim için. İnsanlarımız nasıl inanıyorlardı öyle bir insan olduğuma. Şimdi bir çocuğun sevmesi bu rolü çok ilginç geldi bana. Asıl ilginç gelen ne biliyor musun? Sahnede gelip bana dokunması ben gerçekten kadın mıyım diyeymiş. Çünkü o kız çocuğuna öğretilen şey, kadınların şeytan olduğuydu. Kadın hiçbir şey yapamazdı. Her şey kadına günahtı. Babası evden çıkarmıyordu, bir tek o oyun için(konusu itibariyle) çıkarmış. O da sahnede bir kadın görüyor hem de dolu erkekle. Bana: ‘Sen tek kız mısın?’ diye sorduğunda, evet dedim sonra şaşırıp; ‘bu kadar erkekle mi’ diye sorduğunda da ben de buna şaşırmıştım. 😊 Ona sadece şunu diyebildim. ‘Kızlar her şeyi yapar, bunu sakın unutma. ‘’ sadece bu cevabı verebildim. Yarım kaldı cevabım. Diyemedim ki ‘kızlar sahneye çıkabiliyor.’ Bak bak şimdi ne kadar da sanatta ve sanatçı bir insanmışım ki, daha işimizi sergilediğimiz insanlar ‘Kadınların sahneye çıktığını’ bilmiyor. Biz ne yapamamış ya da ne yapmışız da durum böyle dedim. Haksızlık bu dedim. Sadece belli kişilerle, belli yerlerde bu işi yaparak ‘ben sanatçıyım’  demekle bir de üstüne dolu ahkam keserek hatta sanatın kaderini belirlediğini sanarak olmadığını anladım. Düşünün ben bile anladım. 😊 Herkesin hakkıdır tiyatro izlemek. Sonra anladım ki insanlarımız her tarz oyuna gitmiyor. Kadınlar için özellikle evden çıkarılmayan kadınlar, kız çocukları için olsun istedim. Evden çıkarılmalarına izin verilen bir konu olmalıydı bu. İşte orada biraz sosyoloji bilgilerimi devreye sokup analizler yaptım. Toplumumuzun değerleriyle ilgili ama değerleriyle oynamadan, onların dikkatini çekecek ‘bize ait’, propaganda kokmayan, evrensel değerleri de taşıyan bir kadın oyunu oynamak istedim. Kimya’yı buldum. Yazar aradım. Ben sadece oynamak istemiştim. 😊 Sonra yazdım. Son iki buçuk yıl da, hologram ile mi olması gerekir yoksa hologramsız mı olması konusunda içimde çok savaş verdim. Sonunda tasavvuftaki ‘ayna’ metaforundan dolayı ve daha bir çok anlamından dolayı, kesinlikle böyle bir oyun olmalı dedim seyircimizin hem görsel olarak tiyatroyu sevmesini sağlayacak hem de içerik olarak zaten hologramın çok büyük bir anlamı olacaktı. Derken yeni bir tiyatro fikri de çıktı. Araştırdım yok. Nelere vesile oldu o kız çocuğu.  O çocuğa cevap verebilmek için, var olan düzende de bulunmadım. Yeni bir cümlem olduğunda konuşacaktım. O saate kadar yapılan her iş bana göre boştu. İşte oyalanmacaydı. Bunu kendime dert edinmem de ilginçti. Ben de anlamadım sadece inandım. İnsanlar için sorumluluk hissettim. İşimi kim için ve kime yapacaktım? Sonra bazı meslektaşlarıma da söyledim. Yeni ne yapıyoruz biz? Bu insanlar için ne yapıyoruz? Dedikçe daha da sevildim. (!) 😊 Sanatın artık lüks olduğuna inanmıyordum. Biz kimiz ki insanlara aramıza ‘lüks’ adı altında engel koyalım? Özentilikten de sıkılmıştım. O kız çocuğu, kadınların her şeyi yapabildiğini görsün diye başladım. Holografik tiyatro fikrini yaratma sürecimde de, sebeplerimdendir. Kitabı alıp okuyamayabilir ama belki burayı okursa ona cevabımın yarım kalan kısmını söylemek istiyorum:

Kızlar her şeyi yapar bunu sakın unutma. Kızlar sahneye de çıkar. Hatta sahneye çıkan aynı kızdan bir tane de olur, yüz tane de olur. Düşün sahnedeki kız, bu kadar çok olurken, kim bilir senden kaç tane daha sen çıkar?

Samet Tosun: Kitapta yine bir ilk midir bilmiyorum fakat “Kimya’nın Kimyası” diye oyun bittikten sonra oyunun yedi katmanlı bir hikaye bölümü ve oyundan çıkardığın bölümler de var. Gerçek hikaye aslında hangisi? Çok etkileyici. Oyunu izleyecek seyircilerin gerçekten bilemeyeceği sırlar bunlar. Sana oradan okuyucu olarak bir soru soracağım daha doğrusu yazdığın gibi sana bir seçimimi söylemek istiyorum. Robotik dış ses kim? Bence hepsi sizsiniz. Yeni iddiası olan varsa kitabı okusun kapışalım.  😊

Yeşim Uludağ: Kimya’nın bir sözü var öyle söyleyeyim: ‘Bu da bir olasılık.’ Oyunun bilim-kurgu tarafı olduğu için, dramaturji çalışması tamamıyla okuyucunun seçimlerine bağlı. Kesin bir doğru yok. Yedi katmanlı dramaturji çalışmasını bilmiyorum ilk midir fakat oyunu sahneleyebilirsem, seyircinin bilemeyeceği sırlar için ve okuyanlar için de hem eğlenceli olsun hem de akıllarının kimyasıyla oynamak için yazdığım bir çalışma. Tercih onlara kalmış. Bir de oyun hala devam ediyor olabilir. 😊 Her çağdaki anlamı değişebilir. 300 yıl sonra farklı yorumlanabilir. Yaşayan, hareketli, durmayan bir kafa var içinde.

Samet Tosun: Okurken daha “ilk sıralardan izliyormuş hissi’’ne gerçekten kapılıyor insan. Kimya’yı izlersek çıldıracağımıza inanıyorum. Bizi ne zaman çıldırtacaksın?

Yeşim Uludağ: Ben şimdiden çıldırmak üzereyim. Her anlamda. Net bir şey söyleyemiyorum. Her şeyin paraya bağlı olduğunu da söylemek istemiyorum. Fakat önümüzdeki sezona yetişmesi için mücadele veriyorum. Kısacası ne zaman çıldırmamız gerekiyorsa o zaman çıldıracağız.

Samet Tosun: Senin derdin ne? Diyorlardır muhakkak. Ben de sorayım, senin derdin ne? 

Yeşim Uludağ: Evet bu tarz şeyler söylüyorlar çevremdekiler. Cevap verince de inanmıyorlar. İnsanların yürekten bir şey yaptıklarını, hesapsız kitapsız gidenleri görmeye tahammülleri yok. Dertsiz sanıyorlar. Derdim ve olumsuzluklar çok. Fakat sürekli onlara yoğunlaşarak bir şey olmadığını gördüm. Diğer taraf daha zevkli. Güzel dertlerim var. Derdim, söyledim bir daha söyleyeyim: (bu konuyla alakalı olarak); derdim kendime değil, tiyatroya hayran toplamaktır.

Samet Tosun: Son olarak da; Kimya’ya yatırımcı olacaklar aslında Türkiye’ye yatırım yapacaklar. Şu an yorucu bir süreçtesin, biz de senin çağrını duyurmaktan büyük mutluluk duyuyoruz. İnşallah Kimya’nın  oyun tarihlerini de duyurduğumuz ve seninle bir de öyle sohbet ettiğimiz günler de gelecektir. Teşekkür ederiz. 

Yeşim Uludağ: Yaratıcı sorular için ben de teşekkür ederim, daha güzel yarınlarda görüşmek üzere:)

 

Samet Tosun

samettsn@yahoo.com

Hakan Ergün Röportajı

Şarkıcı Hakan Ergün hakkında merak edilenleri cevaplamak üzere bu hafta bizlerle birlikte. Öncelikle beni kırmayarak davetimi kabul ettiğin için çok teşekkür ederim.

Samet Tosun: Bize biraz kendinizden bahseder misiniz ? Hakan Ergün kimdir ?

Hakan Ergün: Müzik hayatına 1996 yılında amatörce başladım. Daha sonra bir dostumun aracılığıyla bir stüdyo kaydı aldım. Tonmaister İlhan Harmancı vesilesiyle burada bir rock şarkıcısıyla tanışıp, onunla 2 sene back-vokal olarak çalıştım. Kendimi geliştirdim, ufak ufak etkinlikler ve konserlerde yer aldım. Askerlik sürecinde ise moral konserleri vererek müzik hayatıma devam ettim.

Samet Tosun:Müzik dışında neler yapıyorsun ?

Hakan Ergün:  Cafe İşletmeciliği Yapmaktayım.

Samet Tosun: Peki müzik tarzını nasıl yorumluyorsun ?

Hakan Ergün: Uzun Yıllardır Anadolu Rock Yapıyorum ama Yakın Zaman’da Farklı Tarzlarla’da Müzik Severlerle Buluşacağım.

Samet Tosun: Rol model aldığın isimler var mı ?

Hakan Ergün: Barış Manço, Cem Karaca, Haluk Levent, Edip Akbayram, Erkin Koray

Samet Tosun: Müzik ile uğraşmasaydın ne iş yapardın ?

Hakan Ergün: Baba Mesleği İcra Ederdim.

Samet Tosun: Bizlere biraz Gibi Gibiyim’in hikayesinden bahseder misin ? Böyle bir proje nasıl ortaya çıktı ?

Hakan Ergün: Bunu Daha Önce de Anlatmıştım Aslında İlhan Şeşen benim Grup Gündoğarken’den bu yana severek takip ettiğim bir sanatçı, kendisi ile bir dost aracılığı ile tanışma fırsatı buldum, aramızda iyi bir dostluk gelişti. Kendisinden eser talep ettim, o da sağ olsun beni kırmayarak “Gibi Gibiyim”i yorumlamama izin verdi.

Samet Tosun: Klip’te nasıl bir Hakan Ergün izliyoruz ?

Hakan Ergün: Romantik Bir Hakan Ergün var.

Samet Tosun: Duayen sanatçı ilhan Şeşen’den bahsedebilirmiyiz ? nasıl tanıştınız ?

Hakan Ergün: Çok Sevdiğim Bir Abimin Araçılığıyla Bir Ortamda Tanıştık. Kendisi Çok Cana Yakın Sanatçı kimiğinin Dışında Sektörde Rasladığım İnsan Gibi İnsan gerçekten.

Samet Tosun: Kitaplarla aran nasıl? En son hangi kitabı okudun ?

Hakan Ergün: Yılmaz Özdil Kitapları, değil tabiki  6.45 kitaplığından umay umayın orospu kırmızı adlı kitabını okudum.

Samet Tosun: Kahvenin günlük hayatındaki yeri hakkında ne söylemek istersin ?

Hakan Ergün: Bir Kahvenin 40 yıl hatırı olduğu için ikrama hayır demem.

Samet Tosun: Ve son olarak DS Kültür Sanat okurları için neler söylemek istersiniz ?

Hakan Ergün: Hepinizi çok Seviyorum Ds Kültür Olarak Yayın Hayatınız da Başarılar Dilerim Barış ve Sevgi ile.

 

Samet Tosun

samettsn@yahoo.com

Ömer Faruk Özcan Röportajı

Samet Tosun: Merhabalar Ömer Faruk Bey, öncelikle bizleri kırmadığınız için çok teşekkür ederiz. Bize biraz kendinizden bahseder misiniz? Ömer Faruk Özcan kimdir?

Ömer Faruk Özcan: 1977 İzmir doğumluyum. İlginç bir eğitim hayatım oldu. Beş buçuk yaşında başladığım ilköğretim hayatımın ardından Sağlık meslek lisesinde eğitim gördüm. Ardından ikisi de Ege Üniversitesi’nde olmak üzere önce İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Reklamcılık, sonrasında da birincilikle kazandığım ve yine birincilikle mezun olduğum,  Devlet Türk Müziği Konservatuarı Ses Eğitimi bölümü. Bu arada 1995 yılında Urla Devlet Hastanesi’nde başladığım, Adnan Menderes Havalimanı Sağlık Denetle Merkezi’nde devam eden 24 yıllık bir çalışma hayatı. Eğitim ve çalışma hayatını ve sonrasında müzikal yaşantımı bugüne değin birlikte yürüte geldim.

Samet Tosun: Müzik hayatına nasıl girdi ve senin için nasıl bir öneme sahip ?

Ömer Faruk Özcan: Konuşmaya başladığım andan itibaren müziğe karşı çok ilgili olduğumu ifade edebilirim. İlkokuldan itibaren -hele ki 80’lerde- “küçük” sanatçıların furya olduğu dönemlerde, hem okul ve sınıf ortamında hem de aile çevresinde sesim nedeniyle her daim şarkı-türkü söylemekle görevlendirilmişimdir. Nazarî manada bilinçli bir müzik eğitimine ise ancak 25 yaşında, ikinci üniversite olarak girdiğim Konservatuvarda erişebildim. Mezun olduktan sonra bugüne değin profesyonel olarak hep sahne ve konserlerde yer aldım. Kısaca müzik hayatımda hep varoldu.

Samet Tosun: zeytin gözlüm sana meylim nedendir, sana ne ifade ediyor ?

Ömer Faruk Özcan: Anne ve Babamın ifadesiyle TRT’nin tek kanal olduğu yıllarda, müzik programlarından dinleyerek öğrendiğim ve henüz 3 yaşındayken yarım yamalak okumaya çalıştığım ilk Türk Sanat Müziği eserdir “Zeytin gözlüm sana meylim nedendir”… Yıllar sonra bu eserin bestekârı Erol SAYAN Hocamla tanışmak ve Manisa’da bir konserde birlikte yer almak ise benim için ayrı bir gurur ve mutluluk  vesilesi olmuştur.

Samet Tosun: Müzikten arta kalan zamanlarını nasıl değerlendiriyosun ?

Ömer Faruk Özcan: Müzik, programlar ve sahne dışında memuriyet hayatım devam etmekte.24 saat nöbet esasına göre çalıştığım için müzikle iş hayatını birlikte yürütmek bugüne kadar zor olmadı çok şükür. Bu arada hayatımın merkezinde yer alan aileme; eşime, 11 yaşındaki kızım ve 6 yaşındaki oğluma zaman ayırıyorum.

Samet Tosun: Bugüne kadar katılmış olduğun yarışma programlarından bahsedelim, sana nasıl bir katkısı oldu?

Ömer Faruk Özcan: Bugüne kadar epey bir müzikal yarışma deneyimim oldu. 2003’te henüz Konservatuvar 2. Sınıfta iken katıldığım Buca Belediyesi Tsm Ses yarışması İzmir ikinciliği, 2009’da Türk Eğitim Vakfı Sed yarışması Türkiye dördüncülüğü ve 2010 yılında TRT Ankara Radyosu Tsm ses yarışması Türkiye birinciliği… Bu arada popüler alanda “O Ses Türkiye” yarışmasında da üç tur devam etmişliğim var. Yine Trt Müzik kanalında yayınlanan “ Sıra Sende Türkiye “ yarışmasını da dördüncülükle tamamladım. Tüm bu yarışmalar bana sahne performansı anlamında büyük tecrübeler kazandırdı. Aynı zamanda internet ortamında yarışma performanslarımın video kayıtları da şahsım adına önemli bir kazanım oldu.

 

Samet Tosun: Avrupa müzik ile nasıl tanıştın ? anlatırmısın?

Ömer Faruk Özcan: Gerek aile ortamım, gerekse kendi yaşantım itibariyle mütedeyyin bir kişiliğe sahibim. Bu nedenle tasavvuf içerikli bir albüm çalışması yapmak, hep hayalimdi. Bu anlayış ile İbrahim Hakkı Hz.’nin “Hakk şerleri hayreyler” şiirine yaptığım besteyi, can dostum ünlü aranjör Alper ATAKAN ile Marşandiz stüdyolarında demo olarak hazırladık. Bu demoyu Alper’in eşi Süperfm müzik direktörü canım kardeşim Duygu ATAKAN da Avrupa Müzik sahibi Deniz ERDEM’e dinletmiş. Deniz Bey’in çalışmamıza teveccüh göstermesiyle Avrupa Müzik’ten yayınladığımız “Sufi Aşk” isimli albümümüzün çıkış hikayesi böylece başlamış oldu.

Samet Tosun: Birazdan albümünden bahsedelim, üzerinden uzunca bir zaman geçmesine rağmen sıkılmadan dinlediğim nadir albümlerden bir tanesi diyebilirim. Peki bu albümün muhakkak bir hikayesi vardır. Biraz bahseder misin?

Ömer Faruk Özcan: “Sufi Aşk” albümüm, biri bana ait olmak üzere 3 yeni beste, 3 tanesi TRT repertuvarında yer alan sanat müziği eser, biri halk müziği türkü ve 4 tane de anonim ilahiden oluşan 10 eserlik nir Tasavvuf albümü… Albümün en göze çarpan özelliği, şarkı formunda bestelenmiş sanat müziği eserler olmasına rağmen, güfteleri itibarıyla sufi hislerle ve ilahi aşk ile yapılmış eserlerin de içinde olduğu bir albüm olması. Bunların en dikkat çekici olanı Sadettin KAYNAK’ın bir sabah namazı vaktinde rüyasında kendisini Ravzayı Mutahharede görüp, bunun üzerine Peygamber efendimiz için bestelediği “Muhabbet bağı” eseri. Herkesin dilinde olan fakat bu yönünü hemen hemen kimsenin bilmediği bu şarkıyı ruhuna uygun olarak bir tasavvuf albümünde okumak ilk kez bize nasip oldu. Albümümüzün bu hikayesi de ulusal medyada oldukça ses getirdi.

Samet Tosun: İlk klip ilk heyecan, ‘’Hak şerleri hayr eyler’’ in çekimlerinden bahsedelim, bizlere anlatırmısın?

Ömer Faruk Özcan: İlk klibimizi benim bestem olan “Hakk şerleri hayr eyler” eserine çektik. Kilbimizi stüdyo ortamında Kemal KEKEVA’nın yönetmenliğinde gerçekleştirdik. Oldukça heyecan verici ve keyifli bir çalışma oldu ve epey beğenildi.

Samet Tosun: Yeni projelerden konuşalım birazda, varmı müzikseverleri bekleyen yeni sürprizler ?

Ömer Faruk Özcan: En fazla maxi single çalışmasından öteye geçilmeyen müzik piyasasında büyük emeklerle hazırldığımız 10 eserlik albümümüzün bir süre daha takdir görmesi öncelikli hedefim. Ramazan ayı boyunca yaptığımız bir çok farklı şehirdeki konserlerimizde eserlerimizi halkımızla paylaşma imkanı bulduk. Fakat önümüzdeki süreçte herkese hitap edecek bir eseri single olarak çıkarmak istiyorum. Çünkü programlarımda Türk Müziğinin her tarzından eserler seslendiriyorum. Bunun yanında “Bir İz Bırakanlar” isimli şiir ve müziği bir arada sunan, gençlerimizde milli ve manevi bir şuur oluşturmayı amaçlayan kültürel etkinlik projemizi de Türkiye’nin birçok yerinde sunacağız. Bu proje beni çok heyecanlandırıyor. Kültür hayatımıza çok önemli katkıları olcağını düşünüyorum.

Samet Tosun: Kimleri dinliyorsun, eğer teklif gelirse bir proje albümde yer almak ister misin?

Ömer Faruk Özcan: Nitelikli olarak hazırlanan her tür yeni çalışmayı dinlemekle beraber, açıkçası hala eski sanat müziği ve halk müziği kayutlarını dinlemekten çok daha fazla keyif aldığımı söylemeliyim. Müzik kültürümüze katkısı olacak her projede yer almakran da onur duyarım.

Samet Tosun: Elinde bir imkan olsaydı dünyaya nasıl bir mesaj vermek isterdin ?

Ömer Faruk Özcan: İmkanım olsa verebileceğim mesaj ancak Yavuz Sultan Selim’in veciz sözünü tüm insanlara aktarmak olurdu; “Demine demlenip olma mağrur, gamına gamlanıp olma mahzun. Ne dem bâki, ne gam bâki. Edep ta Hu!!!”…

Samet Tosun: Kitaplarla aran nasıl? En son hangi kitabı okudun?

Ömer Faruk Özcan: Kitap okumayı hobi değil hayatın gerekliliği görenlerdenim. Son okuduğum kitap Mustafa ARMAĞAN’ın yazdığı “İnsan yüzlü şehirler”

Samet Tosun: Kahvenin günlük hayatındaki yeri hakkında neler söylemek istersin ?

Ömer Faruk Özcan: Çok zengin bir kahve kültürüm yok mâlesef. Fakat son zamanlarda sade içmeye alıştığım türk kahvesini, eşimle birlikte evde olduğumuzda, günde bir fincan da olsa tüketme alışkanlığı edindik.

Samet Tosun: Son olarak da DS kültür sanat hakkında neler söylemek ister siniz ?

Ömer Faruk Özcan: DSKültür Sanat; hem müzik gündemini rakip ettiğimiz, hem de edebiyat ve sinema dallarında günceli yakaladığımız, kültür ve sanat haberciliğinde büyük katkılar sunan bir digital medya organı oldunuz. Emeklerinize sağlık diyorum.

Samet Tosun: Bu güzel ve bir okadar keyifli sohbet için teşekkür ederiz. İnşallah daha güzel yerlerde görüşmek dileğiyle.

Ömer Faruk Özcan: Kendimi ve müzik çalışmalarımı anlatma fırsatı sunduğunuz için ben size çok teşekkür ederim.  Yepyeni çalışmalar ve kültürel projelerde buluşmak dileğiyle tüm okurlara ve müzik severlere selâm ve muhabbetlerimi arz ederim…

 

Samet Tosun

samettsn@yahoo.com

Rope (Onur Doğan) Röportajı

Samet Tosun: Merhabalar Onur bey, öncelikle bizleri kırmadığınız için çok teşekkür ederiz. Bize biraz kendinizden bahseder misin? Onur Doğan kimdir?

Onur Doğan: Merhaba davetiniz için teşekkür ederim. Rope ve Onur aslında birbirinden çok farklı karakterler. Rope; hırslı, kaybetmeyi sevmeyen, hayallerinin peşini bırakmayan biriyken Onur; kendi minik dünyasından dışarı çıkmayı sevmeyen, hırslarından arınmış, huzurlu bi hayat dışında bi isteği olmayan biri. Yani mikrofon başındayken veya stüdyo ortamlarındayken çok başka bi insana dönebiliyorum. Klasik bilgilere gelirsek memleketim Isparta, Ankara’da yaşıyorum, 24 yaşında bi üniversite öğrencisiyim.

Samet Tosun: Peki aldığın ilk kayıt nasıl bir şeydi? Halen Duruyor mu?

Onur Doğan: İlk kaydın yeri hep çok başkaydı o hevesimi, heyecanımı bile hala unutamamışken şarkıyı unutmam pek mümkün değil:) Epeydir eski şarkılarıma bakmasam da klasörümde duruyor olması lazım. Protest tarzda bi şarkıydı

Samet Tosun: Peki Onur Doğan’ın Rope’ yi yaratması nasıl gerçekleşti? Ve neden Rope?

Onur Doğan: Yaşıtlarımdan daha sinirli ve tepkili bi çocuktum bazı şeylerin farkında olmanın verdiği bi olgunlukta vardı tabi. Bir de şansıma o dönemlerde mahallemde oturan abilerim müzikle uğraşıyordu onlardan görüp kendi içimde sözler yazmaya başladım ve ilk kayıtlarımı da onlarla birlikte almıştım ama bunun öncesinde freestyle, grafitti, beatbox gibi şeylere de ilgim vardı yani kültüre çok yabancı değildim. Rope’dan önce farklı mahlaslarım da oldu ama ilk başlangıç süreci böyleydi.

Samet Tosun: Geçtiğimiz günlerde 5 mayısı yayınladın, bu çalışma ile ilgili nasıl geri dönüşler aldın ?

Onur Doğan: Mayıs serisi benim için çok özel o yüzden seride ki her şarkıya ayrı bi özen gösteriyorum. Bunun sonucunda da tepkiler hep olumlu yönde oluyor ama Mayıs 5’de aldığım güzel yorumlar diğerlerine göre 2-3 kat daha fazlaydı o yüzden mutluyum, sağolsunlar:)

Samet Tosun: Taezın dışında Türkiye ve dünyada takip ettiğin sanatçılar kimler?

Onur Doğan: Müzik yapmayı sevdiğim kadar dinlemeyi de seviyorum o yüzden playlistim biraz geniş. Türkiye’den Sehabe, Gazapizm, Hayki gibi isimlerin işlerini yakından takip ediyorum hem de büyük bir saygım var kendilerine. Yurt dışından ise Token, Hopsin, NF, Passanger, Samra, Rakim, Nas gibi isimleri seviyorum kendi coğrafyalarında çok yetenekli insanlar

Samet Tosun: Rope’ yi tanımlayan 3 kelime nedir ?

Onur Doğan: Hırslı, üşengeç, dağınık. Kesinlikle bunlar olurdu:)

Samet Tosun: Herkesin merak ettiği bir soruyu sormak istiyorum sana, ilk klibi ne zaman çekiyorsun ?

Onur Doğan: Aslında bugüne kadar 7 tane klip çektik 4’ü solo şarkılarıma üç tanesi düet projelereydi fakat hala bir tam ettiğini düşünmüyorum kendi imkanlarımız dahilinde çekildi hepsi o yüzden çok üst düzey işler değiller ama ilk profesyonel klip olarak konuşursam bu yıl 2 tane çekmeyi düşünüyorum.

Samet Tosun: Bence birazda ilerleyen dönemlerde yer alacağın organizasyon ve yeni projelerden bahsedelim ?

Onur Doğan: Proje olarak harika gelişmeler var; Bir çok insanın tanıdığı benim de çok sevdiğim insanlarla çalışma fırsatı yakaladım bu sene. Projeler henüz bitmediği için isim vermek istemiyorum ama yakın bir tarihte sırasıyla duyuracağım hepsini. Organizasyon konusunda ise biraz arka planda tutuyorum kendimi albüm hazırlığındayım çünkü. bir de malum her konser teklifi olumlu sonuçlanmıyor aksilikler olabiliyor.

Ben çantama albümümü koyup kendi organizasyonumu yaparak tüm Türkiye’yi gezmek istiyorum küçük yaşlardan beri hayalim bu. Umarım yıl sonuna doğru ilk adımı atacağım:)

Samet Tosun: Elinde bir imkan olsaydı dünyaya nasıl bir mesaj vermek isterdin ?

Onur Doğan: Biraz klişe ama dünyanın hiç bir coğrafyasında savaşın olmasını istemiyorum o yüzden bu yönde bir mesaj vermek isterdim

Kitaplarla aran nasıl? En son hangi kitabı okudun?

Onur Doğan: Bana ilham veren bir çok yazar var onların sayesinde kitaplarla aram iyi. Ali Lidar’ın Tesirsiz Parçalarını okumuştum

Kahvenin günlük hayatındaki yeri hakkında neler söylemek istersin ?

Onur Doğan: Eskiden kahveyi çok sık tüketirdim fakat artık sevdiğim söylenemez. Onun yerine çay içiyorum bana daha iyi hissettiriyor:)

Son olarak da kültür sanat hakkında neler söylemek ister siniz ?

Onur Doğan: Sitenizi inceledim gayet güzel içerikler var, özgün kalabilmiş ve devamlı çalışmayı sürdürebilmişisiniz bunun içinde ayrıca tebrik ediyorum. Başarılarınızın devamını, emeğinizinde karşılığını almanızı diliyorum:)

Bu güzel ve bir okadar keyifli sohbet için teşekkür ederiz. İnşallah daha güzel yerlerde görüşmek dileğiyle.

Onur Doğan: Yaratıcı sorular için teşekkür ederim, daha güzel yarınlarda görüşmek üzere:)

 

Samet Tosun

samettsn@yahoo.com

İlkay Kıyak Röportajı

Samet Tosun: Merhabalar İlkay hanım, öncelikle bizleri kırmadığınız için çok teşekkür ederiz. Sizi ekranlardan tanıyoruz peki bize biraz kendinizden bahseder misiniz ?

İlkay Kıyak: Merhaba! Hoş geldiniz. Çok teşekkür ederim. Sağ olun. 🙂 İzmir doğumluyum. Hassas ve duygusal biriyim. Örgü örmeyi ve kitap okumayı seviyorum. El sanatlarına çok meraklıyım. Sevdiğim işi yaptığım için kendimi çok şanslı buluyorum. Hayvanları, doğayı çok seviyorum. Fast food tarzı yiyecekleri sevmem. Günde iki tane bol köpüklü Türk kahvesi içerim. Doğal olan her güzelliği severim. 🙂  Gülmeyi çok seven biriyim.

Samet Tosun: Hayatınızda televizyonla tanışmanız ne zaman oldu. Ve neden televizyon ?

İlkay Kıyak: Çalışma hayatımda televizyonla tanışmam, Türkiye’nin ilk yerel televizyonu olan SKY TV’de oldu. Çocukluğumdan beri spiker olmayı çok istiyordum. Derslerimi hep haber sunar, gibi çalışırdım. TRT’nin tek kanal olduğu dönemlerde yaşıtlarım çizgi film beklerdi, ben haber saatini…  🙂  Spikerin haber sunumunu dikkatle takip ederdim. Açılışa, sunuma ve kapanışa… Önemli günlerde Türkçe öğretmenlerim, sesimin ve türkçemin güzel olduğunu söyleyerek, hep ismimi yazardı. (23 Nisan, 19 Mayıs, 30 Ağustos, 29 Ekim, 10 Kasım, 24 Kasım )Ben de yazı, şiir hazırlardım ve okurdum.

1999 yılında Spikerlik ve Sunuculuk kurslarına katıldım. 9 aylık ve sıkı bir çalışmaydı. Ben kursa devam ederken Tv’den, haber alt sesi okuyacak birine ihtiyaç olduğu söylenmiş ve eğitmenimiz de beni önermiş. Deneme kaydı yapıldı ve ertesi gün televizyonda haber alt sesi olarak başladım.  Daha sonra Radyo Haberlerini kendim hazırlayıp, okudum. Ara haber ve ana haber sundum.  Sonrasında, TRT’de seslendirmelerde bulundum. EGE TV’de haber spikeri, program yapımcı ve sunucusu olarak yaklaşık on yıl çalıştım.

Stüdyoya girince başka bir dünyanın kapısı benim için açılıyor. O kapı da, beni çok mutlu ediyor. O yüzden Televizyonu çok seviyorum. Ekrandan hiç tanımadığım evlere konuk oluyor ve yüreklerine dokunuyorum. Onların Kardeşleri, kızları, torunları oluyorum. 🙂

Samet Tosun: Elinizde bir imkan olsaydı bugünde yine televizyon der miydiniz yoksa başka bir meslek seçer miydiniz?

İlkay Kıyak: Asla başka bir meslek düşünmezdim. Yine Televizyon, yine haber, yine program. Ve yine mikrofon. O yüzden çok şanslıyım.

Samet Tosun: Meslek hayatınızda unutamadığınız sizi etkileyen bir olayla karşılaştınız mı?

İlkay Kıyak: Canlı yayında depreme yakalandım. İlki 15.30’da ara haber sunarken, ikincisi sabah programını sunarken, ki bu çok şiddetliydi. Konuğum bile tedirgin oldu.  Ben sanki bir şey olmamış gibi “Hocam deprem oluyor, biz devam edelim” dedim ve konuğum şaşkın, ürkek devam ettik. İki saat için internete, ertesi günde bütün ulusal kanallarda haberim yapıldı. “Soğukkanlı Spiker” diye. 🙂

Samet Tosun: İş hayatı dışında neler yaparsınız?

İlkay Kıyak: Tiyatro, konser ve sinemaya giderim. Evde dinlenmek iyi geliyor. Örgü örmek inanılmaz terapi. Otomobil Sporları ile uğraştım. 10 yıl hakemlik yaptım. İki yıl da Co-Pilot olarak yarıştım. (Rallide; Birincilik ve üçüncülük kupalarım var 🙂 )

Samet Tosun:Kitapları sevdiğinizi biliyoruz, hangi tür kitaplar okursunuz? Ve en son hangi kitabı okudunuz?

İlkay Kıyak: Roman, öykü, anı ve tarih kitaplarını seviyorum. Ayşe Kulin’in bütün kitaplarını okudum. Zülfü Livaneli aynı şekilde.  En son arkadaşımın hediyesi olan iki kitap, “Papatya Kokan Kadın” ve Zülfü Livaneli “Serenad”.

Şu an okuduğum “Ikigai-Japonların Uzun Ve Mutlu Yaşam Sırrı”  ve Sabahattin Ali’nin “Kürk Mantolu Madonna”. Bu gün bir konuğum, Grigory Petrov’un “Beyaz Zambaklar Ülkesinde” kitabını hediye etti. Sırada o var. 🙂

Samet Tosun:Peki bu hayatta neyi kaybetmekten çok korkarsınız ?

İlkay Kıyak: Heyecanımı… Vicdan, merhamet, insanlık kaybedilmez. Kaybedilmemeli… Ve de en önemlisi sağlık. Çünkü sağlıklı olunca yapmak istediğinizi yapabilir, sahip olmak istediğinize sahip olabilirsiniz.  🙂 Yapmak istediklerimin heyecanını kaybetmekten.

Samet Tosun: İnsanlarda şikayetçi olduğunuz bir takım hal ve hareketler illaki vardır, peki nedir bunlar?

İlkay Kıyak: Hep şikayetçi olmaları. Hiçbir şeyden mutlu olmamaları. İş yapmaktan, birşeyler üretmekten kaçınmaları. Hazıra konmaları. Sevgilerini, paralarını, yeteneklerini birileriyle paylaşmamaları. Hayatın mutlu yönlerini görüp, şükretmemeleri. Bir içten gülümseme ile sorunların çözülebileceğini, bilmemeleri.

Sinemada, konserde saygılı davranmamaları ve başkalarını rahatsız etmeleri. Gerek konuşarak gerekse koltuğa ayaklarını vurarak. 🙂

Samet Tosun: Ya İzmir, İzmir sizin için ne ifade ediyor?

İlkay Kıyak: Ege’nin incisi İzmir, benim için cennet.

Harmandalı oynayan erkeğe vurulmaktır. Efe Yürekli Anneye sahip olmak. Efe soyundan gelmektir. İzmirli olmak demek ota, çim olarak değil yemek olarak bakmaktır. Gördüğü her otu toplayıp, afiyetle yemektir. (Hatta bazen çiğ bile 🙂  ) İzmir’li olmak;  gevreğe simit, çiğdeme çekirdek diyene kızmaktır. Kumrunun kuş olmadığını anlatmaktır. Sarma ve dolma ne demek, bilmektir. Domat diyen köylüye gülümsemektir.  İzmir’li; dürüsttür, sıcaktır, samimidir.

İnsan yaşadığı şehre benzer,bu yüzden İzmirli’ler hep güzeldir. 🙂

ULU ÖNDER GAZİ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’ÜN dediği gibi, “Ben bütün İzmir ve İzmirlileri severim. Güzel İzmir’in temiz kalpli insanlarının da beni  sevdiklerinden eminim…” sözü İzmir insanın sıcak olduğunu kanıtlar.

Samet Tosun: Kahve denince aklınıza ilk gelen şey nedir ?

İlkay Kıyak: Türk kahvesi denince akan sular durur. 🙂 Benim için vazgeçilmez bir  tutkudur. Sevdiklerimle, arkadaşlarımla yaptığım sohbetlerin, sabah keyiflerinin, gün içerisinde yaptığım molaların en güzel yoldaşıdır, Türk kahvesi… Olmazsa olmazım.

Aceleyle,  öyle ayak üstü içilmez. Keyifle, mutlulukla içilmelidir. Bunun yanında kahvenin sunumu,  içilmesi gibi özenli olmalıdır. Bol köpüklü sevgiyle yapılmış, orta Türk Kahvesi, tadıyla, sunumuyla paha biçilemez… Dostluk, sıcak ve samimi sohbet de eklendi mi?

Samet Tosun: Son olarak da kültür sanat hakkında neler söylemek ister siniz ?

İlkay Kıyak: İnsanı insan yapan değerlerin başında, kültürümüze, sanatımıza ve tarihimize sahip çıkmak gelir. Kültür ve sanatla işlenmiş bir hayat, olmalı. Çocuklar, gençler, aileler yönlendirilmeli.

Toplumun aydınlatılmasında, Kültür ve sanatın önemli bir rolü vardır. ULU ÖNDER GAZİ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’ÜN dediği gibi, “Sanatsız kalan bir toplumun hayat damarlarından biri kopmuş demektir.” sözü, büyük bir anlam yüklüdür.

Kültür ve sanatın ön plana çıkmasıyla, insanlar daha yaratıcı olur ve toplumsal olayları daha farklı yorumlar.  Bir şehrin marka olabilmesi, kültüre önem vermesiyle olur.

Samet Tosun: Bu güzel ve bir okadar keyifli sohbet için teşekkür ederiz. İnşallah daha güzel yerlerde görüşmek dileğiyle.

İlkay Kıyak: Ben teşekkür ederim. Çok keyifli oldu. İnsan sevdiği mesleği yaparsa hep mutludur.

Kolay gelsin. Sevgi tohumları hepimizi sarsın. Yüreklerde ve yüzlerde hep gülümseme olsun…   🙂

 

Samet Tosun

samettsn@yahoo.com

Page 5 of 7

Powered by WordPress & Theme by Anders Norén