Yazar: Yüksel Itak

Yüksel Itak’ın kaleminden ”Hiç kalp kırdınız mı?”

Hiç kalp kırdınız mı veya kalbinizi kıran oldu mu? Sanıyorum insanoğluna özgü duygular bunlar. Zira başka hiçbir canlı da böyle bir duygunun var olduğuna inanmıyorum.

(adsbygoogle = window.adsbygoogle || []).push({});

Evinizde beslediğiniz bir köpeğe kızarsınız, söylenirsiniz hatta yeri gelir bir tekme atarsınız, fakat yine de o size asla darılmaz. Kısa bir süre sonra sizi gördüğünde sevgiyle kuyruğunu sallar, sevgi dolu gözlerle bakar. Biz insanlarda durum başka. Kalbimiz kırıldığında tüm her şeyi unutursunuz, o olay sanki dünyanın en kötü olayıdır. Dünya başınıza yıkılmıştır. O insanı bir daha affetmemeyi düşünürsünüz. Onunla olan tüm iyi anılar birden bire silinmiştir hafızalardan. Belki şok olmuşsunuzdur ,böyle bir hareket beklememişsinizdir ondan. Ama olan olmuş, kırılan kırılmıştır.

Bir ihtiyar ile sohbet ediyordum. Zaten oldum olası yaşlı inanları severim. Anıları çok olur onların. Şiire meraklı bir ihtiyardı, hemen ayak üstü dörtlükler uyduruveren bir ihtiyarcık. Sohbet sırasında derin bir iç çekerek;

“Kırma dostun kalbini,
Onaracak ustası yok.
Soldurma gönül çiçeğini,
Sulamaya ibrik yok.”

Yüzünde, onca yılın çizgisi, ellerinde yıllarca toprakla uğraşmanın sağladığı nasırlarıyla ihtiyarcık böyle demişti. Sevgiyle bakan, artık iyice çukura kaçmış gözlerinde bir an parıldayan bir damla yaş gördüm. Belki geçmişte yapılan bir yanlışı anımsamıştı. Zaten yine onunla cezalar, kanunlar, hapishaneler üzerine yaptığımız bir söyleşide;
“Cezaevleri boşuna hoca efendi demişti. En güçlü ceza evleri vicdanımızdır. Vicdanın rahat olmadıktan sonra suçun af edilmiş, özgür kalmışsın ne çare? Vicdanın olmadıktan sonra en berbat mapus damlarının sana faydası ne?” demişti.

O günden sonra davranışlarıma, sözlerime, sosyal ilişkilerime daha bir dikkat eder oldum. İnsanları kırmamayı, kırılsam da kırmamayı ilke edinir oldum.
Bazen bilmeyerek de olsa birilerini kırdıysam ve o kırdığım insan bunu bana hatırlatırsa , o vicdan azabı bana zaten yeter. O insanı tekrar kazanabilmek için şartlar ne kadar zor olsa da yine de denemeyi göze alırım.İhtiyarın dediği gibi ” Onaracak ustası yok ” olmasına rağmen,usta titizliğinde olmasa da çıraklık mertebesinde çaba gösteririm.
Günümüz insanı daha gerçekçi, sosyal ilişkiler hep karşılıklı çıkarlar ile donanımlı. Kalp kırılmış, kırılmamış, dostluklar bitmiş, bitmemiş önemi yok. Önemli olan o günü kâr ile kapatabilmek. ” Dostum bana küsmüş, küserse küssün, onun bileceği bir iş ” mantığı hakim.

En güzeli geçmişte kalan dostluk değerlerine sahip çıkmak, bir birimize daha saygılı, daha hoşgörülü yaklaşabilmek, hepsinden önemlisi kişilere karşı içimizdeki o kahrolası önyargıyı yok edebilmek. Toplumsal barışı ve huzuru istiyorsak bunlar çok önemli unsurlar.
Yoksa o olmayan ustayı aramakla daha çok zaman harcarız… Kalın Sağlıcakla…

Unutulan Değerlerimiz ‘’Çeşmeler’’

Beylikler ve Osmanlı döneminde çeşmeler sokak dokusuna bir canlılık ve cazibe katardı. Peki ya şimdi ? 

Manisa doğal su kaynaklarının bol olduğu Dumanlı dağın (Spil) yamaçlarında kurulmuş bir şehrimizdir.Eskiden şırıl,şırıl akan dereleri vardı. günümüzde hatıra olarak Çaybaşı´ndaki dere kaldı.Dağın suları çeşitli su yolları ile şehrin sokaklarına dağıtılmış çeşmelerle halkın istifadesine sunulmuştu.Çeşme mimarisi diye bir yapı biçimi var.Hem gelişen zevk,Hemde suya olan saygı dolayısı ile çeşmelerin çoğu bir sanat eseri görünümü taşırdı.Beylikler ve Osmanlı döneminde çeşmeler sokak dokusuna bir canlılık ve cazibe katardı.

Çeşmenin suyu kadar estetik görünümüde bir şeyler söylerdi.Atalarımız yerleşim mahalli olarak genellikle dağ yamaçlarını seçmişlerdir. Bu durum savunmaya elverişli olması kadar,Su kaynaklarının bolluğu gibi sebeplere dayanır.Konum olarak Bursa ile Manisa´nın benzer yönleri vardır. Bursa sırtını Uludağ´a Manisa Dumanlı dağ´a(Spil) dayamıştır.Onun için ikisininde suyu boldur.Evliya Çelebi 1670´lerde geçtiği Manisa´da üçbin çeşme olduğunu yazar.Sayı abartılıda olsa,Şehirde Çeşmelerin çokluğunu gösterir.Bu çeşmelerden pek azı günümüze gelebilmiştir.Manisa´daki Vakıf Çeşmeleri bir rivayete göre 46 tane Vakıf çeşmesi varken bugün 9 Adet kalmıştır.Bugünkü Manisa´da Vakıf Çeşmeleri kaderine terkedilmiş,çoğu sorumsuz ve çarpık yapılaşma sonucu,Kimiside bakımsızlıktan dolayı perişandır.Selçuklulardan başlamak üzere Osmanlı sanatı içinde özel bir “çeşme mimarisi” vardır.Sıradan basit çeşmeler olduğu gibi,Çeşmelerin büyük çoğunluğu sanat değeri taşıyan yapılardır.

Medeniyet ve Sanatımızın bir yansımasıda çeşme mimarisidir.Klasik mimari zevkimizi maalesef her alanda kaybettik.Yeni yapılan camilerimizin pek çoğunda estetik nispetler yok.Evlerimiz tamamen taklit ve güya modern mimari eseri,Bundan çeşmelerimizde nasibini alıyor.Hayır sahiplerimiz çeşme yaptırmak istiyor fakat gelenek kaybolduğu için ve birazda ucuza getirmek amacıyla hiç bir mimari değeri olmayan çeşmeler yapılıyor.Manisa´dada durum faklı değil.görebildiklerimiz arasında sanat değeri bakımından bir istisna olarak,Morris Şinasi Çocuk Hastahanesi´nin bahçesine yapılan çeşme zikredilebilir.Ayrıca aynı Hastahane´nin karşısındaki “Salim Yavaş”çeşmesi dört cepheli olup”Klasik ve Modern Mimari bir sentezi”diye nitelenir.Evet bu çeşme emsallerine göre daha zevklidir.Ama gönül klasik çizgilerden daha fazla iz taşımasını isterdi.Mesela dört cepheye “Salim Yavaş” yazılacağına bazılarına usta hattat elinden çıkmış su ile ilgili ayet metinleri konabilirdi.Böylece geleneksel Çeşme Mimarisi ile bağ kurulmuş olurdu.Umudumuzla Ümit ediyoruz ki Tarihine sahip birileri çıkacak ve tarihin izlerini bizlere yaşatmaya devam edecek…

Kalın sağlıcakla…

Page 3 of 3

Powered by WordPress & Theme by Anders Norén