Yazar: Emre Tamirciler

Emre Tamirciler Yazdı; ”Ne kadar büyük konuşursak o kadar bedel öderiz”

Ey hayat diye adlandırılan kısacık ömür; ya al beni karanlığına yada susayım yıllandığım ömrüm boyunca. Konuşmalar kanatıyor duygularımı. Sonsuzluk diye adını koyduğumuz ahiret inancını yaşıyorum bu aralar. Evet evet bir gün göçüp gideceğiz bu diyardan, ardımızda kırıp döktüğümüz ve becerebildiysek eğer filizlenmiş çiçek misali hayatlar bırakacağız. Hepimiz göçüp gideceğimizin farkındayız değil mi? Bazen unutuyoruz tüm bunları. Hiç ölmeyecekmiş gibi yaşamaya devam ederken, kırıp döküyoruz kendimizden güçsüz durumda olanları.




Halbuki unutuyoruz, kediyi bile bir köşeye sıkıştırdığımız, vakit aslan kesiliyor. Ya ezmeye çalıştığınız ve güçsüz bir birey size karşı aslan kesilirse? Kabul edelim hesapsız kitapsız yaşıyoruz bu hayatı. Kendimizi mutsuz hissettiğimiz zaman hayatımızdaki insanlara ve sahip olduğumuz değerlere baktığımızda şükredebiliyoruz. Fakat bir sonra ki gün hayatımızda olan insanlara küfürler edip, onlarla bir alanda dahi bulunmak istemiyoruz. Ruhsal Sarsıntılar yaşıyoruz dışarıdan bakıldığında. Bir başkasının gözünden kendimizi izlemeye kalktığımızda ruhsal dengenin alt üst olduğunu görüyor ve o insandan uzak durma kararı alıyoruz öyle değil mi? Halbuki onu o hale getiren “Biz insanlarız…”
Çok çabuk unutuyoruz “ölümün ensemizde bir nefes kadar” yakın olduğunu.

Ağzımıza gelen her şeyi söylüyor ve bunun karşılığında söylenen cümleleri duyduğumuzda ruhsal travmalar yaşıyoruz. Yanlış arkadaşlar… Bir lokantaya gittiğinizi düşünün; Ne kadar yerseniz o kadar ödeme yaparsınız kasa da. Kurulan cümleler de bunun gibi işte. Ne kadar büyük konuşursak o kadar bedel öderiz.




Susmak erdemliktir evet. Erdemli bir insan olmayı bırakın, normal insan olmayı beceremiyoruz kabul edelim. Ömür dediğin dün, bugün ve yarındır bunu hepimiz biliyoruz. Dün geçti, bu günü yaşadık ve yarının bize sürprizleri nelerdir bilemiyoruz. Ama az da olsa insanlık duygularımızı tekrardan yaşamaya gayret edelim olur mu? Bir yetimin başını okşamayı, insanlara merhamet etmeyi, büyük-küçük gözetmeksizin insanlara saygılı olmayı, para dediğimiz şeyin bir şeylere ulaşım aracı olduğunu ama, insanlığı satın alamayacağını hatta ne kadar zengin olursak olalım gökyüzünden bir damla dahi satın alamayacağımızın Farkına varalım. Hoş görüyle huzur içinde yaşamak varken, kin kustuğumuz gecelerin karanlığına kurban etmeyelim kendimizi. Acıtmayalım kabuk bağlamayan yaralarımızı. Bir hiç uğruna harcamayalım Bize bahşedilen şu kısacık ömrü. Belki yarın içimizde kaybolan kelebekler yeniden can bulur. Belki de yeniden severiz yaşamayı, sahip olduklarımızın farkına varıp onlara dört elle sarılabilirsek eğer…

Hayat dediğimiz

Ömrümüzün kapısını gönülden bir kere çalana yüreğimizi emanet etmekle geçiyor hayat dediğimiz. Ard arda sıralanıyor yanlışlarımız ve çoğu geceler kendimizi anlatacağımız, içimizi dökeceğimiz kağıt ve kaleme bile muhtaç kalıyoruz. Her yeni doğan güne Yeni umutlar ekerken, yarınlarımız kararıyor farkında değiliz. Acıtıyor, kanatıyor, süründürüyor ama öldürmüyor. Sahte mutluluklara bel bağlıyoruz. Yürek gece de yıldız misali parlayıp, heyecanını yaşarken ertesi güne kara duvarlarını örüyor farkında değiliz. “Yaşamak güzel şey” diyoruz ama yaşamak denilen şeyi çok yanlış anlamışız. Önce hırsızlık yaparak bir başkasının alın terini çaldığımızda kirlenmeye başladı hayat! Bir zaman sonra “mobbing” denilen lanet bir şey çıkardılar. İnsanları soğuttular emek dünyasından, işinden, iş arkadaşlarından…

“Her ne yaparsak yapalım, gönülden yapalım” diyorlardı en başta. Gönülden yapar gibi görünüp, bu iyiliği nereden yaptıklarını kestiremedim. Kalbe dokunun dediler, onlar gidip ait olmadığı bedenlere dokundu. Çok zaman geçmedi, çocuk bedenlere dokundu İnsan oğlunun elleri! Eşinin haricinde başka kadınların tenlerine dokundu adam müsveddeleri. Çok sevdiğim bir arkadaşım demişti; evdeki karısına iki kelam etmez ama dışarıdaki kadınlara şair kesilir bir çoğu”… söylediklerini kahkahalarla yanıtlarken, insanların yaşattığı acılar dağılıyordu yer yüzüne. Şimdi bakıyorum da, çocukluğumuzdaki kadar masum değil dünya. Bir zamanlar aşk denilen duyguyu, bunu yaşatan birinin gözlerine uzun uzun bakarken hissedebiliyorduk. Şimdi ise güzelliğine aldanılan insanları aşk diye hayatlarına alıp, beyaz çarşaf kana bulanıncaya kadar, soluk soluğa yaşadıkları duygunun adını aşk koyuyorlar. Hayır hocam hayır, aşk değil bu. Tertemiz yaşadığımız, karşıdan gördüğümüzde elimizin ayağınımızın birbirine dolandığı, heyecandan cümle kuramadığımız hatta boğazımıza düğümlerin dolandığı zamanlarda yaşanıyordu aşk dediğimiz. Aşka fesat karıştı bir kere, insanlığa kir bulaştı. Birini yargılarken, sürekli imalı sözlerle bulunarak işaret ederdik. Ama hep unuttuk, birini hedef alıp cümlelerimizi ardı arkası sıralayıp işaret ederken, geride kalan üç parmağımız bizi gösteriyordu.

Elhamdülillah Müslümanız, Denildiğinde tüm kötülükler uzaklaşırdı yıllar önce. Şimdi ise kul hakkı yendikten sonra elhamdülillah deniyor. Başına örtü takarak beş vakit namazını İhmal etmiyor bazıları. Ama yüreğinden kötülüğü, hayatından kibri, aklından haset düşünceleri uzak tutmuyor. Dilini başkalarının hayatına uzatırken, kolları neden hayatındakine sarılır insanların? Anlamıyorum, anlayamıyorum. Söze gelince Müslümandan daha Müslümanız öyle değil mi? Ama Müslümanlıkta kul hakkı yemek yok, çocuk bedenine dokunmak yok, başkasının karısına bakmak-ırzına-namusuna göz dikmek yok, anayı atayı görmezlikten gelmek yok, eşinden ayrılmamak adına tecavüz edip dünyaya çocuk getirdikten sonra sır olmak yok!!!! Ben bunları Müslümanlıkta da kitaplarda da görmedim. Kendimize yeni bir sayfa açsak, biliyorum ki bir önceki sayfanın izlerini taşıyacağız. İçimden geçenleri yazıya döktüm diye yine sırt dönecek hayatımdaki insanlar. Ne yapmalıyım? Yargılamadan dinlemeyi beceremediniz ömrünüz boyunca. Şimdi kalemim kağıtlarına ağlıyorsa eğer; sorumlusu siz değilsiniz, benim!

Çünkü hayatıma burnunuzu sokacak cesareti siz kendinize bulduğunuz için değil, ben size bu imkanı verdiğim için yazıyorum, yaşıyorum bunları. Bu yüzden okurken müdahaleci ruhunuzu bir kenara bırakıp vaktin Sessizliğinde bunları okuyun ki, yaşattıklarınızı bulasınız. Bu Arada Unutmadan, bir derdiniz, sıkıntınız olduğunda ulaşın bana. Yargılamadan, sorgulamadan dinleyebilirim insanlığa zarar vermeyenlerimizi. Şimdilik eyvallah!!!

Page 2 of 2

Powered by WordPress & Theme by Anders Norén