Etiket: röportaj Page 1 of 2

Ahmetli Belediye Başkan Adayı Yalçın Çapanik: ”Ahmetli’nin adını Türkiye ve dünya’ya duyuracağız”

Yeniden Refah Partisi 28. Dönem Manisa milletvekili adayı olan ve şuan Ahmetli Belediye Başkanı adayı olarak seçim çalışmalarına devam eden Yalçın Çapanik ile güzel bir sohbet gerçekleştirdik. Ahmetli ile ilgili düşünceleri ve projelerinden bahseden Çapanik, ”Ahmetli’yi Salihli ve Turgutlu arasına sıkışmaktan kurtaracağız” dedi. Ahmetli Belediye Başkan Adayı Yalçın Çapanik ile adaylık süreci, yerel seçimler, kentin sorunları gibi konularda keyifli bir sohbet yaptık. Röportajın tamamını aşağıdan okuyabilirsiniz.




Abdussamed Tosun: Merhabalar Yalçın Bey, bizler sizi yazılı ve görsel basından tanıyoruz ama tanımayanlar için bize biraz kendinizden bahseder misiniz? Yalçın Çapanik kimdir?
Yalçın Çapanik: Kısaca şöyle özetleyebiliriz, 20 yıllık çalışma hayatının büyük bir çoğunluğunu iş ve sosyal güvenlik hukuku üzerine danışmanlık faaliyetleri üzerine geçirdim. Uzmanlık alanım ile ilgili birçok medya kanalında programlara katıldım. Mevcut işim dışında izmir bilirkişilik bölge kuruluşuna kayıtlı konkordato komiserliği yapıyorum. Evli ve 2 çocuk babasıyım.

Abdussamed Tosun: ilk olarak siyasete nasıl girdiniz ve bu yoldaki temel amacınız nedir, bizlere anlatır mısınız?
Yalçın Çapanik: Gerçek tabirle örgütte alınacak kararlara ve yapılacak eylemlere yön vermek amacıyla konulmuş ilkeler olarak bizler siyaseti öğrendik. Ama gerçekle bize öğretilenler arasında farklılık olduğunu gördüm. Bu doğrultuda siyasete Yeniden Refah Partisinin kuruluşu ile başladım. Amacım mensubu olduğum partinin genel amacı ile uyumlu olması beni bu ortak noktaya getirdi diyebilirim yani önce ahlak ve maneviyat kavramlarını önderlik etmesi ayrıca siyasete bir nezaket gelmesi gerektiğini düşündüğüm için buradayım.

Abdussamed Tosun: 31 mart yerel seçimlerine doğru hızla yaklaşırken, adaylık sürecinde halk ile birebir buluşarak, gece gündüz sahadasınız. Peki bu süreci birde sizden dinleyelim?
Yalçın Çapanik: Evet seçimlere çok az bir süre kaldı. Seçim kampanyamızı yürüten ekibimizle birlikte sokak sokak ve yollarda davamızı dilimizin döndüğünce aktarmaya çalışıyoruz. İçerisinde bulunduğumuz ekonomik durumlardan dolayı gösterişten uzak, halkımızla iç içe bir seçim süreci izledik. Misafir olduğumuz evlerde hem sorunları dinledik hemde sorunlarına çözüm üretmeye çalıştık, bizleri evlerinde ağırlayan tüm hemşehrilerime teşekkür ederim. Ahmetli ilçemize yapacağımız hizmetleri, dürüst, ahlaklı ve liyakatlı kadrolarımızla Ahmetlimize kazandıracaklarımızdan ve Ahmetli’nin adını tüm Türkiye’ye duyuracağımızdan bahsediyoruz. Elbette bunun bir neticesi olarak halktan gelen geri dönüşler de her daim olumlu ve heyecan verici nitelikte oluyor.




Abdussamed Tosun: Dr. Fatih Erbakan, açıklamasında 94 ruhu ile sahalara çıkıldığını ifade etmişti, peki Yeniden Refah Belediyeciliği ile Ahmetli’de neler değişecek?
Yalçın Çapanik: Genel Başkanımız tüm teşkilatlar için 94 ruhu ile sahalara çıkıldığını ifade etmişti. Rahmetli Necmettin Erbakan hocamızın bize öğrettiği anlayış ve tevazu ile sahada ve meydanlardayız. Bu anlayış çerçevesinde halkla iç içe olarak her daim halkın çıkarlarını koruyan, tahrip eden değil sürekli çözüm üretebilme odaklı bir yönetim anlayışı ile hareket ediyoruz. 94 ruhu ile başlayan süreçte bu ülkeye yapılanlar ve ülkeye kazandırılanlar bellidir. Yine aynı ruh ile Ahmetli ilçemiz için yaklaşık 20’ye yakın proje hazırladık. Bu projelerin başında organik gübre ve geri dönüşüm tesisi ile maddi anlamda kazanımlar sağlayacağız yani var olan bir kaynağı değil de olmayan yeni kaynaklar oluşturarak Ahmetli ilçemize daha fazla hizmet edebilmeyi hedefliyoruz.

Abdussamed Tosun: Ahmetli için hazırladığınız projelerden bizlere bahseder misiniz? İstihdam, sosyal, kültürel ve sanatsal olarak Ahmetli halkını neler bekliyor?
Yalçın Çapanik: Ahmetli, Ege’nin yükselen değeridir. Lakin bugüne kadar gelen yönetimler tarafından kıymeti bilinmediği için Salihli ve Turgutlu arasına sıkışmış ve sürekli göç veren bir ilçe olarak bugüne kadar gelmiş durumdadır. Konum olarak İzmir, Ankara yolu üzerinde bulunmasına rağmen gerekli yatırımlar ilçeye yapılmamış. Halkın talepleri doğrultusunda öncelikle tarımsal faaliyetleri yeniden canlandırabilmek için tesisler kuracağız ve bu kuracağımız tesislerde istihdam oluşturmayı planlıyoruz.

Tarım ve istihdam için yapacaklarımız arasında:

Çiftçilerimizi yeniden ayağa kaldırmak için, öncelikli olarak Organik gübre tesisi ve solucan gübresi tesisi kurmayı planlıyoruz. Bu tesis ile birlikte çiftçilerimize ücretsiz olarak gübre desteği vereceğiz. Akabinde kadınları istihdam edebileceğimiz Ahmetli organik şirketini hayata geçireceğiz. Bu şirket ile birlikte çiftçilerimizin ürünlerini Türkiye ve dünya pazarına açacağız.

Cambazlı mahallemizde hem istihdama hemde tarımı destekleme amaçlı jeotermal enerji ile teknolojik sera projesini hayata geçirmeyi planlıyoruz. Yine Ahmetli de yaş sebze ve meyve üretici halini açarak üreticimizin her daim yanında olmaya devam ediyoruz.

Ahmetlimizde genel manada giderilmesi gereken problemler arasında:

Yine birçok mahallemizde ve sokağımızda doğalgaz yok, yine bu sorunuda en kısa sürede çözüme ulaştıracağız. Doğalgazsız ev kalmayacak. Şehrimizin muhtelif yerlerinde umumi wc’leri, hamam, üst geçit, Cambazlı mahallemizin yıllardır çözüme ulaştırılamayan yol problemi, Dereköy’de yenilenmesi gereken köprü gibi gündelik hayatı kolaylaştıracak çalışmaları kısa sürede çözüme ulaştırarak halkımızın hizmetine sunacağız.

Temizlik birimimiz ile koordineli bir şekilde Ahmetli ve çevresinde bulunan ve görüntü kirliliğine sebep olan tüm çöpleri ve atıkları temizleyerek, belli aralıklarla tüm çöp konteynerlerini dezenfekte ederek halkımızın sağlığını kimsenin tehlikeye atmasına müsade etmeyeceğiz. Bir diğer yapacağımız şey ise şuan hali hazırda bulunan pazar yerini yeniden yenilemek olacak. Pazarcı esnafımızın ihtiyaçlarını tam anlamı ile karşılayabilecekleri ve halkımızın daha rahat alışveriş yapabileceği modern bir pazar yerine dönüştüreceğiz. Buna istinaden ikinci bir pazar yerini ise Barbaros mahallemize kazandıracağız.

Ahmetli’de sosyal hayata yapacağız katkılar arasında:

Ahmetli kültür sanat merkezi, Sosyal tesisler, Kafe ve Restoran, Alışveriş ve yaşam merkezi, Otel, Açık ve kapalı düğün salonu, taziye evi, kreş ve gündüz bakım evi, Yaşlı bakım evi, her mahalleye daha modern çok amaçlı salonları açarak halkımızın daha sosyal bir şekilde hayattan lezzet almasını sağlayacağız.

Sokak hayvanları ve rehabilitasyon merkezi

Sokakta yaşayan can dostlarımız ve sizlerin daha güvende olması için Sokak hayvanları rehabilitasyon merkezi açacağız. Şehrimize inşaa edeceğimiz barınak ve rehabilitasyon merkezi ile sokak hayvanlarına doğal yaşam alanı sağlayıp barınma ve tedavi imkanı sunacağız. Bu merkez içerisinde ise, kedi ve köpek evleri, tedavi ve bakım merkezi, idari bina ve sosyal tesis ve gezi alanları yer alacak.

Öğrencilerimizi ve genç arkadaşlarımız içinde, kendilerini geliştirebilecekleri Dijital atölyeler kuracağız. Akabinde ücretsiz kurs, eğitim ve seminerler vererek hayatlarına dokunmayı hedefliyoruz. Sosyal hayat ve turizm noktasında ise Dereköy’de bulunan alanı panoramik mesire alanına çevirerek hem Manisa’mıza kazandırıyoruz. Bununla birlikte hem Ahmetli hemde çevre ilçelerden insanları cezbedecek bir alan haline getirerek misafirlerimizi şehir hayatından günü birlikte olsa uzaklaştırmayı hedefliyoruz. Yine Ahmetli’ye bir seyir tepesi projemiz var, bu proje kapsamında şehri yukarıdan gören bir noktaya güzel bir tesis kurmayı amaçlıyoruz. Bir başka proje ise Osmanlı döneminden kalma tarihi Bahçecik camiini yeniden aslına uygun bir şekilde restore ederek, turizme kazandıracağız.




Festival ve etkinlik olarak ise şuan planladığımız 3 adet etkinliğimiz var. Bunlardan ilki Uluslararası Hafsa Sultan Kültür Sanat Festivali olacak. Buda şehrimizi hem Türkiye’nin hemde dünyanın tanımasına vesile olacak. ikincisi, Bağ bozumu şenlikleri olacak. Hasat sonrası çiftçilerimiz ile bütün yılın yorgunluğunu hep birlikte atacağız. üçüncüsü ise uzun yıllardır yapılmayan, Geleneksel gencer yağlı güreşleri olacak. Kırkpınar’da er meydanına çıkmış pehlivanlarımızın katılımı ile güzel bir etkinliği daha şehrimize kazandıracağız. Buna ilave olarak Alahıdır’da düzenlenen Geleneksel Cirit oyunları ve Gökkaya’da düzenlenen deve güreşlerine destek olacağız. Geçmişte yaptıklarımız yapacaklarımızın teminatı olacaktır. Ahmetli kısa sürede tüm Türkiye’de tanınan bir yer haline gelecek.

Abdussamed Tosun: Ahmetli’nin tarihi ve kültürel bir mirası olan Bahçecik Camii ile ilgili yapacağınız proje’den biraz bahseder misiniz?
Yalçın Çapanik: Bugüne kadar yapılmayan birçok şeyi Milli görüş belediyeciliği ile şehrimize yapacağız. Atıl ve bakımsız bir şekilde bırakılan camimizi yerinde inceledik ve projesini hazırladık. Tarihi Bahçecik camii’ni yeniden aslına uygun bir şekilde restore ederek, hemşehrilerimizin ve dışarıdan gelecek misafirlerimizin ziyaretine açarak turizme kazandıracağız.

Abdussamed Tosun: Yalçın bey, sporla aranız nasıl, Ahmetli Belediyespor’u takip ediyor musunuz? Ahmetli’de spor faaliyetlerinin gelişmesi için neler yapmayı planlıyorsunuz?
Yalçın Çapanik: Evet, spor’u seven biri olarak, Ahmetli Belediye spor’u uzun zamandır takip ediyorum. Kısa süre önce bölgesel amatör lige yükselme başarısı göstermiş ve bizleri 3. lige çıkma yolunda çok heyecanlandırmıştı ama malesef olmadı. inşallah bizim dönemimizde hem A takıma hemde alt yapıya yapacağız katkı ve desteklerle Ahmetli Belediye spor’umuzu hakettiği yerlere ulaştıracağız. Mevcut Alahıdır Stadyumumuzu daha organize ve daha uygun bir kompleks haline dönüştürerek Ahmetli’mize ve Manisa’mıza kazandıracağız.




Abdussamed Tosun: Kitap okumayı severmisiniz? Bizlere biraz hayatınızda kitabın öneminden bahseder misiniz?
Yalçın Çapanik: Son zamanlarda biraz aksatmış olsam’da evet kitap okumayı seviyorum. Kitap okumak bana çok şey kattığı gibi okunan her kitap bana farklı hikayelerin kapılarını aralıyor. Son olarak Nizamül Mülk tarafından kaleme alınan Siyasetname adlı eseri okudum. Bu kitaptan çok şey öğrendim lakin şunu dile getirmeliyim ki, siyasetin yeri geldiğinde bir ikna sanatı olduğunu aynı zamanda ise keskin bir kılıç olduğunu ifade edebilirim.

Abdussamed Tosun: Peki Ahmetli’de yaşayan gençlere vereceğiz mesajlar nelerdir?
Yalçın Çapanik: Kitap okusunlar ve özellikler tarihlerini iyi araştırsınlar. Kendilerini ilmi anlamda geliştirerek dil öğrensinler ve asla ümitlerini kaybetmesinler. Gençler bizim herşeyimizdir, güneş her gün yeniden doğmaya devam ediyorsa, Allahın izni ile tüm sıkıntılarımızı hepbir elden bir şekilde hal yoluna koyabiliriz diye düşünüyorum. Dünya üzerinde sahip olduğumuz en büyük mirasımızda şuan da üzerinde bulunduğumuz vatanımız ve yaşadığımız şehir olduğunu akıllarından çıkarmasınlar, bizler bunu hatırlarsak şehrimize ve geleceğimize sahip çıkabiliriz.

Abdussamed Tosun: Bizlere vakit ayırıp, sorularımızı cevapladığınız için teşekkür ederiz.
Yalçın Çapanik: Bu kıymetli ve güzel sohbet için asıl ben teşekkür ederim. 31 Mart 2024 Mahalli İdareler seçimlerimizin şimdiden Belediye Başkanlarımıza, Meclis Üyelerimize, muhtarlarımıza ve azalarımıza hayırlı olmasını aynı zamanda Ahmetli ilçemize değer kazandıracak yeni arkadaşlarımıza da başarılar diliyorum.

Yener Gedik, ”Ben çocukken elimde bağlama dilimde Neşet baba vardı”

Son dönemin iddialı çıkış yapan sanatçılarından biri olan Yener Gedik, sözleri ile dikkat çekti. Gedik, kendisi ile ilgili yaptığı samimi açıklamaların yanı sıra, müzik piyasası ile ilgili kullandığı ”Gerçekten isterdim ki bugün şarkı söyleyen herkes bu işin mutfağında yetişsin emek versin sonra yemek yesin ama malesef herkes için aynı şeyleri söyleyemeyeceğim.” ifadeleri kullanarak son dönemlerde müzik adı altında yapılanlardan rahatsızlığını dile getirdi.

 

Röportaj: Abdussamed Tosun

 

Abdussamed Tosun: Öncelikle biraz müzikal kariyerinden bahsedelim, müzik ile ne zaman tanıştın, her şey nasıl başladı ?
Yener Gedik: Bir Kırşehirli olarak müzikle tanışmam çok da zor olmadı açıkçası, çocukluğumdan beri hayalim bağlama çalmaktı. 9, 10’lu yaşlarda kursa gitmeye başladım ve içimdeki müzik aşkı ile çok çabuk öğrenip sesimide aşkıma dahil ettim ve ortaya Neşet Ertaş aşkı ile büyüyen bir genç çıktı. Daha sonra Kırşehir’de bulunan Neşet Ertaş güzel sanatlar lisesini uygulamalı sınavını kazanıp orda eğitimimi sürdürdüm.

 

Abdussamed Tosun: Senin için müzik nedir? Müzik ile tanışman hayatının dönüm noktalarından biri diyebilir miyiz?
Yener Gedik: Müzik benim hayatımın tam olarak kendisi demek desem yalan olmaz sanırım, sadece işim değil, tarif etmem gerekirse, aşkım, evim, sevgilim, yemeğim gibi bir çok örnekle bunu ifade edebilirim. Benim bu yapmış olduğum şey asıl beni ortaya çıkardı. Müzikle tanışmam gerçekten hayatımın en büyük dönüm noktası diyebilirim.




Abdussamed Tosun: O zaman en başa dönelim, Yener Gedik kimdir? Nasıl bir ailede büyüdü? Bize biraz Yener Gedik’i anlatır mısın?
Yener Gedik: Kırşehir’in Kaman ilçesinde dünyaya gelen iç Anadolu’nun bir evladı. 3 erkek kardeşiz bir küçüğüm ve benden olduğunca farklı bi ikizim var annemde Kırşehir’in kaman ilçesinden. Ailemden daha açık bahsedecek olursam babasız büyüdük ve hayat olduğu kadarından daha zordu. Annemiz hem annelik hem babalık yapmıştır, hala da yapmaya devam etmektedir. Müzik hayatına daha çabuk atılmak istedim lakin hayat şartları bunu ertelemem gerektiğini önce çalışıp aile büyüklüğü yapmam gerektiğini söyledi.

 

Abdussamed Tosun: Birazda yeni şarkından bahsedelim. Öncelikle son zamanlarda dinlediğim nadir güzel şarkılardan bir tanesi diyebilirim, emeğinize sağlık. Şarkının hikayesinden bahseder misin ? Böyle bir proje nasıl ortaya çıktı ?
Yener Gedik: Öncelikle şarkımı beğendiğiniz için teşekkürlerimi sunuyorum. Açıkçası bu projenin çok bi hikayesi yok. bi çok şarkı, türkü, şiir seslendirdim ve projeler yaptım ama eksik olan bişey vardı. Büyüdüğüm yetiştiğim topraklara ait bi iz bırakmak istedim, bilinsin ve hatırlansın diye. Her şey çok spontane gelişti yapmak istedim ve yaptım.

Abdussamed Tosun: Şarkının mutfak aşamasından başlayarak, müzikseverlerle buluşuncaya kadar geçen zamanı anlatır mısın ?
Yener Gedik: Gerçekten isterdim ki bugün şarkı söyleyen herkes bu işin mutfağında yetişsin emek versin sonra yemek yesin ama malesef herkes için aynı şeyleri söyleyemeyeceğim. Ben daha 9 yaşında iken elim de bağlama dilimde Neşet Baba vardı. Birgün okuldan kaçıp Neşet Ertaş’ın konserine gittim ve orada söz verdim kedime, bende birgün orda aynı sahnede şarkılar söyleyip, türküler okuyacağım diye ve kendime verdiğim sözü tuttum. Hatta orada sahneye de çıktım, Neşet Ertaş türküsüde okudum. Velhasıl lise bitikten sonra İzmir’de üniversiteyi kazanıp konservatuar okumaya başladım ama orda işler istediğim gibi olmadı. Çünkü insanlara kendimi sesimi aşkımı ispat edemedim ve kendimi yıllarca sokaklara attım sokak müzisyenliği yaptım. Yağmur çamur soğuk demeden ayarlarca yıllarca son sesime kadar şarkı söyledim ve insanlar bana ulaştı o mekan bu mekan orası burası o şehir bu şehir derken çocukken bağlama çalan, üniversite hayatı yolunda gitmeyen, sokaklarda o perişan olan adam talep görmeye başladı ve kendimi sahnelerde buldum. Artık şarkılarım olsun kliplerim olsun isteniyor ve bende sevenlerimi dinleyicilerimi bundan mahrum etmiyorum, etmeyeceğim.

Abdussamed Tosun: Klip çekimlerinden bahsedelim, nerede nasıl çekildi biraz anlatır mısın ?
Yener Gedik: Klip çekimlerini olduğunca işine hakimi işinin hakkını veren yönetmenlerle yapıyorum. Çekim yerlerini olabildiğince şarkının kendisiyle bütünleşebileceği yerleri seçmeye özen gösteriyorum. Çünkü bu gerçekten önemli bir konu, enerjisi olan bir şarkıyı terkedilmiş bir viranede yapamazsın. Yada yoğun dram duygu içeren bi şarkıyı teknede bi parti konsepti ile yapamazssın.

 

Abdussamed Tosun: Son olarak yeni projelerinden bahsedelim, müzikseverleri ne gibi sürprizler bekliyor?
Yener Gedik: Evet, çok güzel projelerimiz var ama en önemlisi kendime ait olan bir eser. Kendi kalemimden kendi kalbimden bir şarkı geliyor. Hem gençlerin hemde belli bir yaşın üzerinde bulunan insanlarımızın bıkmadan dinleyebileceği bir eser olacak, lütfen takipte kalsınlar.

Türker Alpertonga: ”Bu ülkenin her bireyinin düşlerini süsleyen bir gelecek vardır.”

Yazarlığa başladıktan kısa süre sonra editörlük ve yayın yönetmenliği de yapmaya başlayan Türker Alpertonga ile hayatı, yazarlık ve yayıncılık üzerine keyifli bir sohbet gerçekleştirdik.

Röportaj: Hasret Dilek Delier

 

Merhaba Türker Bey, öncelikle biraz kendinizden bahseder misiniz?
Merhaba Dilek Hanım. 1975 Malatya doğumluyum. İlkokulu Malatya’da, ortaokul ve liseyi İstanbul Haydarpaşa Lisesi’nde tamamladım. Ankara Üniversitesi DTCF Tarih bölümünden 1997’de mezun olduktan sonra uzun yıllar özel eğitimcilikle meşgul oldum. Kitap yazma macerasına atıldığım son birkaç yılın akabinde yayıncılığa da merak sardım. İki yayınevinde editörlük ve yayın yönetmenliği yaptıktan sonra henüz kuruluş aşamasını gerçekleştirdiğimiz Düş Kurguları Yayınevi’nde Yayın Yönetmeni olarak görev yapmaya devam etmekteyim. Evli ve üç çocuk babasıyım.

Eğitimci kökenli olduğunuzu ifade ettiniz. Peki, yazarlık ve yayıncılık yapmaya nasıl karar verdiniz?
Eğitimci olmam yönüyle hayatım boyunca kitaplarla zaten hep içli dışlı oldum. Roman tarzı kitapları çok okumam, bununla birlikte birçok sinema filmi izlemem ya beni hayalperest bir insan yaptı ya da zaten karakterimdeki hayalperestliği tetikledi. Yazmak aslında gençliğimden beri içimde bir ukdeydi. Fakat bir türlü cesaret edemiyordum. Gençliğimde karaladığım ama muhafaza edemediğim bazı şiir ve hatırat türü yazılarımı saymazsak ilk defa ciddi olarak kalemi elime almam kırklı yaşlarımın ortalarında mümkün oldu. Bir Ramazan gününün sabah saatlerinde nedendir hatırlamadığım, içimin oldukça sıkıntılı olduğu bir zaman diliminde kendimi teselli etmek için yazdığım bir şiirle yazmaya başladım diyebilirim. Fakat ilginç olan; o yazdığım şiir amacına ulaştı ve şifa etkisi yapıp iç sıkıntımı izale etti. Bu çok hoşuma gitti tabii. Anladım ki benim derdimin ilacı yazmakmış. O günden sonra da şiirler yazmaya ve bir süre sonra da roman yazmaya başladım. İkinci romanımı çıkarmak için gönderdiğim yayınevinin editörü, romanımı incelerken editöryal olarak hiç zorlanmadığını, oldukça temiz bir dosya olduğunu belirtince yayınevinden editörlük teklifi geldi. Ben de o dönemde hiç düşünmeden kabul ettim ve böylece 2020 yılının yaz aylarından itibaren yayıncılığa da ilk adımımı atmış oldum.




Yazarlık ve yayıncılığın hayatınızda aldığınız en iyi kararlar olduğunu söyleyebilir misiniz?
İş anlamında söyleyebilirim. Hayatımın birçok döneminde her anlamda önemli kararlar aldığım oldu. Bunlar içinde tabii ki yazarlık ve yayıncılık, hayatımda yeni bir dönemin başlamasına sebep oldu.

Hayatınızda kötü kararlarınız oldu mu peki?
Bazı kararlarımdan dolayı zarar görmüş olsam da ben aldığım hiçbir kararımı kötü olarak tanımlamadım bugüne kadar. Çünkü hayatta hepimiz birçok şeyi yaşayarak, tecrübe ederek, bazen de risk alarak öğreniyoruz. Görünüşte kötü olan bir şey sonuç olarak iyi olabiliyor aslında. Herkeste olduğu gibi benim de hayatımın bazı safhalarında inişlerim çıkışlarım oldu elbette. Sonuç olarak hayat böyle bir şey zaten.

Çalışmalarınızda ailenizin etkisi ve desteği oldu mu?
Önemli kararlar almadan önce eşimle mutlaka istişare etiğim için hâliyle ailemin hep desteğini gördüm. Her aile babası gibi ben de hayatımı aileme endeksli yaşadığım için, onların hayatını olumsuz etkileyecek bir karar almamam gerekir. Fakat bazen insanın elinde olmayan olumsuzluklar yaşanabiliyor. Böyle durumlarda da çok şükür yine ailemin desteğiyle bazı badireler atlattım diyebilirim.

Tekrar yazarlık konusuna dönecek olursak, ilk kitabınızı çıkarmaya nasıl karar verdiniz. Kitabınızı yayımlama sürecinizde zorluklar yaşadınız mı?
İlk çıkardığım kitap, Vicdanını Asla Öldürme adındaki romanımdır. Birçok yazarda olduğu gibi romanı tamamlayınca bir an önce yayımlanması düşüncesi beni de heyecanlandırdı. Fakat yine de heyecana kapılıp acele karar vermedim. Önce defalarca üzerinden geçip editöre çok fazla iş bırakmadım. 350 sayfalık ilk romanımın yazım aşaması yaklaşık on ay sürmüştü. İki üç ay kadar da üzerinde ayrıca çalışarak bir yıl gibi bir sürede tamamlamış oldum. Bu arada kitabımı nerede yayımlatabilirim diye internette sürekli araştırmalar yapıyordum. Araştırmalarım sonucunda Türkiye’nin önde gelen yayınevlerinde kitabımın yayımlanmasının şimdilik hayal olduğunu anladım.

Neden bu düşünceye kapıldınız?
Edebiyat forumlarında rastladığım birçok yeni yazar ya da yazar adayının yorumları oldukça moral bozucuydu. Birçoğunda bu yayınevlerinin yeni yazarlara asla şans vermediğinden, gönderilen dosyayı ortalama dört-altı ay arası beklettikten sonra okumadan ret cevabı verdiklerinden bahsediyorlardı. Bunun yanı sıra baskı maliyetini karşılamak şartıyla kitap çıkaran yayınevleri de vardı ve anlaşılan o ki ben de bu yayınevlerinden birinin kapısını çalacaktım. Fakat yine de acele karar vermeyip önde gelen yayınevlerine dosyamı göndermeye karar verdim. En fazla altı ay daha sabredecektim, diğer ihtimal zaten cepteydi. Sayısını tam olarak hatırlamıyorum, yedi sekiz civarında yayınevine dosyamı gönderdim. Bazılarından iki üç ay içinde ret cevabı geldi. Biri de altıncı ayda reddederken bir diğeri de kitabımı maliyetini üstleneceğim yayıneviyle anlaşma yaptıktan sonra ret cevabı verdi. Cevap yazma tenezzülünde bulunmayan da oldu bu arada. Her neyse, ben hayalimdeki yayınevlerinde kitabımı çıkaramayacağımı anlayınca diğer ihtimali devreye soktum. İlk görüştüğüm yayınevi yangından mal kaçırır gibi acele dosyanı göndermemi istedi. Dosyamı gönderdikten yarım saat sonra da arayıp, kitabımı okuduklarını, hemen basabileceklerini söylediler.




Önceki yayınevlerinden sonra bu yayınevinin hızı sizi şaşırtmış olmalı.
Şaşırmaktan ziyade işkillendim ve bu sefer de ben yayınevini reddettim. Defalarca reddedildikten sonra reddetme makamına yükselmekten büyük haz aldım. Latife bir yana, aslında bu durum hayatın değişmez bir kuralını da gözler önüne seriyor. Yani maddi gücünüz ya da pozisyonunuz varsa başkaları hakkında karar verme gücünü de elinizde tutabiliyorsunuz. Konuya dönecek olursak, o günlerde aklıma yatan bir yayıneviyle maddi külfeti üzerinde anlaşarak ilk kitabımı çıkarmaya muvaffak olabildim.

İlk kitabınızı elinize aldığınızda neler hissettiniz?
Bu soruya yazarlar genelde, bir çocuğum doğmuş gibi hissettim gibi cevap verirler ve evet, ben de buna yakın duygular hissetsem de içimde biraz burukluk vardı. Çünkü her yazarın yazma amacı, kitabının değer görmesi; yani okunması, yorumlanması ve gündem olmasıdır. Bazıları der ki; ben yazayım da satıp satmaması önemli değil. Bu aslında biraz züğürt tesellisidir. Satılmayacaksa, okunmayacaksa, insanın sırf kendini tatmin etmek için kitap çıkarmasını ben anlamlı bulmuyorum. Tatmin olmak isteyen yazar, yazdıklarını sosyal medyada ya da bazı edebiyat sitelerinde paylaşır; okuyanlardan bazıları yüreğine sağlık diye altına yorum yazar, bazıları da alkış ya da gülücük emojisi atar, bu kadar. Fakat kitap çıkarmak ciddi bir emek işidir. Paradan daha kıymetli zaman harcanıyor. İlk kitabımı çıkarmak, benim bir buçuk yılıma mal oldu. Ha tabii bu zaman zarfında yedi yirmi dört kitapla meşgul olmadım, bu arada geçimimi sağlamak için işimde çalışmaya devam ettim ama yeri geldi uykumdan kıstım, yeri geldi aileme ayıracağım vakitten çaldım. Dolayısıyla kitap çıkarma meselesi bu kadar ayağa düşürülmemeli bence.

Sizce Türkiye’de kitap çıkarmak ayağa mı düştü?
Şu anda aynı zamanda bir yayıncı olarak bu sorunuza üzülerek de olsa evet cevabını vereceğim. İnsanların yazarlık hayalini suiistimal eden o kadar çok yayınevi var ki; birçoğu çok berbat bir dosya da gönderseniz, çok beğendiklerini ifade ederek basmak için yazarla anlaşmaya çalışıyorlar.

Bundaki amaç nedir? Yayınevi bu tarz kitaplar çıkararak kendi markasını zayıflatmış olmaz mı?
Burada markanın itibarı kaygısı yok tabii. Tamamen ticari bakılıyor meseleye. Bazıları birden fazla isimle faaliyet yapıyorlar; biraz okunacak gibi olanları birinde, hiç edebi değeri olmayanları da diğerinde basıyorlar. Yazardan parayı aldıktan sonra kitabın satıp satmaması önemli değil onlar için, ola ki satarsa o da üzerinin kârı oluyor.

Yayın yönetmenliğini yaptığınız Düş Kurguları Yayınevi’nin yayın politikası hakkında bilgi verir misiniz?
Düş Kurguları bir yayınevinden çok ileriye yönelik bir projedir aslında. Şu an için görünen kısmı sadece yayıncılık üzerine olduğu için şimdilik bu yönüyle konuşmayı tercih ederim. İsim babası sizin de yakinen tanıdığınız kıymetli Feridun Hocalar ağabeyimizdir. Bu işe gönül veren arkadaşlarla yola çıktık ve dokuz kişilik bir ekiple faaliyetlerimizi sürdürüyoruz. Kurulduktan kısa bir süre sonra yayınevimize birçok dosya başvurusu oldu. Dosyaları öncelikle edebi yönüyle inceliyoruz. Yazar kitabını çıkarmak için para teklif etse dahi edebi olarak yeterli bulmadığımız dosyaları kitaplaştırmıyoruz. Bu durum her ne kadar ticari açıdan aleyhte bir durum olarak görülse de aslında uzun vadeli düşünüldüğünde yayınevimizin lehine olduğunu düşünüyorum. Bununla birlikte kitap olmayı hak eden eserleri okurlarımızın beğenisine sunmuş olmanın gönül rahatlığını yaşıyoruz. Yayınevimizin aynı zamanda kitapokutan.com adında bir kitap satış sitesi bulunmakta.

Yazarlar ya da yazar adayları Düş Kurguları Yayınevi’ni neden tercih etmeli?
Ben bu soruyu kalemine güvendiğim yazarlara şu şekilde soruyorum: Zaman ve emek harcayarak yazdığınız eserinizin, edebi değer gözetmeksizin her dosyayı basan kitapların arasında mı yer almasını istersiniz, yoksa sadece nitelikli eserlerin arasında mı çıkmasını istersiniz? Bu soruya tüm yazarların vereceği cevap bellidir. Ayrıca biz yayınevi olarak kitaplarımızın ve yazarlarımızın tanınması için internet ve sosyal medya alanına başından beri ciddi yatırım yaptık. Sosyal medya ve reklam uzmanlarıyla çalışmaktayız. Burada yazarın bireysel gayreti de önemlidir elbette ancak biz de yayınevi olarak üzerimize düşeni fazlasıyla yerine getirme gayreti içindeyiz. Bunun sonuçları orta ve uzun vadede çok daha net bir şekilde ortaya çıkacaktır.

Türkiye’de kitap okuma oranının oldukça düşük olması yayıncı olarak sizi kaygılandırmıyor mu?
Bu sadece yayıncıyı değil herkesi kaygılandırmalı. Özellikle Avrupa ülkeleri ile kıyaslama yapıldığı zaman arada korkunç bir uçurum görülüyor. Ben umutsuz değilim. O da şundandır ki bu ülkenin her bireyinin düşlerini süsleyen bir gelecek vardır. Bir gün Türkiye’nin dünyanın sayılı devletlerinden biri olacağı, Türk halkının müreffeh bir hayat standardına kavuşacağıdır. Fakat bunun gerçekleşmesinin tek bir yolu vardır. O da Türkiye’deki kitap okuma oranının en az Avrupalı devletler seviyesine çıkmasıdır. Bu gerçekleşmedikten sonra boş hayallere kapılmanın manası yoktur. Bazıları bir kurtarıcı beklerler, gelsin de bizi kurtarsın diye; işte o kurtarıcı kitaplardır.

Fotoğrafçı Ahmet Karataş: ”Fotoğraf ve video kelimesi benim için o kadar çok şey ifade ediyor”

Abdussamed Tosun: Bize biraz yaptığın işten bahseder misin?
Ahmet Karataş: Merhabalar ben Ahmet, önce size yaptığım işten bahsetmek istiyorum. Fotoğraf ve video çekimleri ile uğraşıyorum. Gayet zevkli ve keyif aldığım bir iş diyebilirim. Çiftlerin en özel günlerinde en güzel anılarını ölümsüzleştirmek müthiş bir duygu, fotoğraf ve video kelimesi benim için o kadar çok şey ifade ediyor ki, belki üzerine sabaha kadar konuşabiliriz ama kısaca özetlemem gerekirse ‘’tutku ve zevk’’ diyebilirim.




Abdussamed Tosun: Fotoğraf ve video kelimeleri senin için ne ifade ediyor? ilk olarak bu meslekle nasıl tanıştın yada bu iş senin için bir meslek mi yoksa tutku mu?
Ahmet Karataş: Hani şöyle bir geçmişe baktığımda hemen hemen 13’lü yaşlarıma tekabül ediyor sanırım, fotoğraf ve video ile tanışmam. Elbette imkanlar dahilinde fotoğraf ile başlayan bu güzel macera ilerleyen zamanlarda video ile birleşti ve kısa bir süre içerisinde bende bir tutkuya dönüştü. Orta okula giderken photoshop programlarına karşı aşırı bir ilgi oluşmuştu bende, tabi o zamanlar bende makine vs. bir şey yok. İnternet üzerinden fotoğraflar bularak photoshop üzerinde düzenlemeler yapıyordum. Daha sonrasında Kuşadası’nda turizm ve otelcilik bölümüne yerleştim. Okuduğum okulda tanıştığım İhsan Öz ve Alican Koçakgöl isimli benden yaşça büyük abiler ile grafik tasarım ve fotoğraf çekimi gibi belli başlı fotoğraf konusunda onların deneyimlerinden faydalandım. Daha sonrasında onlar ofis açarak reklam işlerine başladılar, bende okul çıkışlarında ofise giderek onlara yardım etmeye başladım. Orada yaptığım işlerle kendimi daha da geliştirme imkanı buldum. Ofisi açanlardan biri olan Alican abi ilerleyen zamanlarda kendini daha geliştirerek şirket kurdu ve bana bir çok konuda destek olarak bana da ilham kaynağı oldu. Akabinde elimde olmayan bazı nedenlerden dolayı okulu bırakmam gerekti ve yeniden Manisa’nın Sarıgöl ilçesine döndüm. Bir meslek icra etmem gerekiyordu ve ilçede dolaşırken bir fotoğrafçının camında iş ilanı gördüm, işte birçok şey o an değişmeye başlamıştı benim için.

İşe kabul edildim ve kendimi bu iş ile birlikte daha da geliştirme fırsatı elde etmiştim, parayı her daim kazanabilirdim ama bu tür deneyimler benim için çok önemliydi. Bir müddet sonra Sarıgöl Belediyesinde basın yayın müdürlüğünde işe başladım ve sanırım itiraf etmeliyim ki, bu iş benim hayatımın dönüm noktalarından biri oldu. Fotoğraf konusunda deneyimim ve bilgim elbette vardı lakin video ve kurgu konusunda diğeri kadar bilgi sahibi değildim ama bu öğrenemeyeceğim anlamına gelmezdi, gelemezdi. Hemen araştırmalar yaparak, kurslara katıldım, aldığım dersler sayesinde kendimi bu alanda da birazda olsa geliştirmeyi başarmıştım. Sonra ne mi oldu, çevremde bulunan insanlardan güzel tepkiler aldım hatta düğün işlerine girmemi, bu konuda gayet başarılı olabileceğimi söyleyenler oldu ve daha önceden de tecrübe ve deneyime sahip olduğum için neden olmasın diyerekten yeni bir maceranın içerisinde buldum kendimi, zaten fotoğraf ve video benim için bir tutku olmuştu, hayatımın tam da ortasında yer alan bu iş ile alakalı güzel ve farklı işler yaptım ve halende yapmaya devam ediyorum, hazırlamış olduğumuz düğün kliplerimiz özellikle en çok rağbet görenler arasında diyebilirim. Yaptığım işleri resmiyete dökerek hayallerimi bir adım daha ileriye götürdüğümü düşünüyorum bu konuda benden desteklerini hiçbir zaman esirgemeyen kıymetli başkanım Necati Selçuk’a da çok teşekkür ederim.

Abdussamed Tosun: Yaptığın işlerle ilgili geri dönüşler nasıl, paradan ziyade o insanların mutlu olması senin mükafatın diyebilir miyiz?
Ahmet Karataş: Aldığım geri dönüşler o kadar güzel ki, benim bu konuda ki en büyük motivasyon kaynaklarımdan bir tanesi olduğunu ifade etmek isterim. Sarıgöl, küçük ve şirin bir ilçe olduğu için herkes birbirini burada tanır, mesela insanlar çarşıda yanıma gelerek yada denk geldiğimizde çekimlerin çok güzel olduğundan bahsediyorlar, başarı dileklerini iletenler oluyor tabi bunlar bizim için birer mutluluk sebebi oluyor.




Abdussamed Tosun: Insanların en özel anlarının şahidi olmak, o mutlu anları kayıt altına almak nasıl bir duygu?
Ahmet Karataş: insanoğlu yıllardır dünyada en kıymet gören varlık olmuştur elbette, bizim yaptığımız işlerinde bu denli önem arz etmesinin en önemli nedenlerinden bir tanesi de kıymetli oluşudur. Bizde bu kıymetli insanların en özel anlarına şahitlik ediyor ve mutluluklarına ortak oluyoruz. Gerçekleştirdiğimiz çekimler esnasında o kadar güzel ve ilginç şeyler oluyor ki, yaptığımız işin değeri bir kez daha ortaya çıkıyor. Aksilikler de yaşasak biz bu işe gönül verdik ve seviyoruz. Yeri geliyor yaşadığımız aksiliklerden dolayı tedirgin oluyoruz, üzülüyoruz yeri de geliyor öyle olaylar yaşıyoruz ki kendimizi gülmekten alamıyoruz. Böylesi farklı ve bir okadar da güzel bir iş bizimkisi.

Röportaj: Abdussamed Tosun
dskultursanat@yahoo.com

Yazar Sıla Bulut: ”Her zaman için mutlaka bir umut vardır ve hiçbir zaman pes etmeyin”

Samet Tosun: Yazmak başlı başına cesaret isteyen bir iştir. Peki sen yazmaya nasıl başladın? Hani bigün oturuyordun ve bir anda ben kitap yazmalıyım mı dedin J

Sıla Bulut: Birkaç nedeni var: Onlardan ilki, kitap  yazacağıma yakın zamanlar da “acaba Atatürk’ümü nasıl gururlandırabilirim?” diye düşünüyordum. Mustafa Kemal Atatürk’te kitap okumayı çok seven bir lider. Belki dedim kitap yazabilirim.

ikincisi ise, 1. Sınıfımdan beri hayalim aslında kitap yazmak. 1. Sınıfım da  daha çok fabl tarzı kitaplar yazardım.

Samet Tosun: Peki en başa dönelim, Sıla Bulut kimdir? Nasıl bir ailede büyüdü? Bize biraz Sıla Bulut’u anlatırmısın?

Sıla Bulut: Sıla Bulut, her daim mücadele eden çok güçlü bir kız. Onu hep destekleyen çok güzel bir ailede büyüdü. Ailemi çok seviyorum. Onlar iyi ki varlar. Kitabımda ki sözümün de dediği gibi “en büyük mucize ailedir.”

(adsbygoogle = window.adsbygoogle || []).push({});

Samet Tosun: Yeni çıkacak olan kitabınızdan bahsedecek olursak eserinizde okuyucularımızı neler bekliyor?

Sıla Bulut: Çok güzel şeyler bekliyor bence. Öncelikle tabii ki bir “farkındalık” olacak insanlar için. Benim insanlardan öncelik isteğim buydu zaten. Biz Özel Gereksinimli Bireylerin farkında olunması, ona göre hareket edilmesi ve ona göre insanlar da  yeni fikirlerin oluşması. Kısacası insanların daha çok bilinçleneceğini düşünüyorum.

Samet Tosun: En çok hangi tür kitapları okuyorsunuz ve hangi yazarları takip ediyorsunuz?

Sıla Bulut: Psikoloji, kişisel gelişim kitapları okumayı daha çok severim. Takip ettiğim yazarlar aklıma şimdilik Doğan Cüceloğlu geldi. Çok severim.

Samet Tosun: Birazda ileriye yönelik projelerinden bahsedelim? İleriye dönük neler düşünüyorsun?

Sıla Bulut: İleriye dönük güzel şeyler düşünüyorum. 2. Kitabımı çıkarmayı düşünüyorum. 1. Sınıfım da ki hayalimi tamamıyla gerçekleştirmek ve ilerletmek, devamını getirmek istiyorum.  Fabl yazmayı düşünüyorum.

Samet Tosun: Peki Sıla Bulut’un 1 günü nasıl geçiyor? Bize bir gün içerisinde neler yaptığını anlatırmısın?

Sıla Bulut: Okul zamanında, sabahın erken saatlerinde okula gidiyorum. Öğleden sonra eve geliyorum. Hemen ardından fizik tedaviye gidiyorum. Akşam eve geliyorum, yemek yiyorum. Ders çalışıyorum. Boş vaktim olursa eğer müzik dinliyorum.

Tatiller de ise, yine kalkarım kahvaltımı yaparım. Öğleden sonra dışarı çıkar kitap okurum. Akşam eve gelir yemek yerim. Biraz dinlenirim ailemle vakit geçiririm.

Bu şekilde.

Samet Tosun: Ülkemizdeki kitap okuma oranları hakkında neler düşünüyorsun?

Sıla Bulut: Maalesef ki çok düşük. Bu çok üzücü bir durum ama ne olursa olsun kitap okunmalı. Bilinçlenmek için, kendimize zaman ayırabilmek için kısacası kendi iyiliğimiz için mutlaka kitap okumalıyız.

Samet Tosun: Son olarak okurlarımıza söylemek istediğin bir şeyler var mı?

Sıla Bulut: Her zaman için mutlaka bir umut vardır. Hiçbir şey için hiçbir zaman pes etmeyin hep devam edin. Emin olun ki başarılı olacaksınız. Kendimize her zaman inanalım, güvenelim. Kendimize her daim değer verelim, kendimizi sevelim. Kendimizi sevmek asla bencillik değildir. Sizleri seviyorum güzel okuyucularım.

Röportaj: Samet Tosun
samettosun@dskultursanat.net

Yazar Samet Koca; ”Bunu hem kendim hem de tüm yazar arkadaşlarım için istiyorum”

Samet Tosun: Biz sizi O’nun Bebeği Kitabınız ile tanıdık, sevdik. Nasılsınız?

Samet Koca: Merhabalar öncelikle çok teşekkür ederim. Bu tanışma bana da çok iyi geldi kitabımın okunması beni çok mutlu etti.

Samet Tosun: Malum bir pandemi süreci yaşadık, yaşıyoruz sizi nasıl etkiledi bu durum. Karantina dönemlerinde neler yaptınız?

Samet Koca: Maalesef tüm dünya için bir yıkım, bir üzüntü oldu Covid-19 pandemisi. Kısıtlandık, sosyal yaşamlarımızdan mahrum kaldık. Sevdiklerimizden, geniş ailemizden ayrı düşerek yaşadık uzunca bir süre. Bu süreçte evde kalıp işe ara verdiğim dönemler oldu benim de. Evde ailemle vakit geçirdim. Daha fazla kitap okuyabildiğim bir dönem oldu. Yazım süreci devam eden yeni kitabımı tamamladım.

Samet Tosun: Neler yapıyorsunuz ilk kitap sonrasında? diye soracaktım ki sizden güzel bir haber duymuş oldum böylece. Nedir yeni kitabın durumu?

Samet Koca: Kitabımı geçen yaz başında tamamladım ama malum salgın sebebiyle yayımcılık sektörü de bir sekteye uğradı. Evde kalıp kitap okunan dönemde mevcut kitaplara ulaşım sağlanmış oldu. Fakat yeni eserlerin basımı durdu. Bir çok kitabın basımı ertelendi… Bunlardan bir tanesi de benim kitabım oldu.

Samet Tosun: Yakın bir zamanda okuyabilecek miyiz peki yeni kitabınızı?

Samet Koca: Bir senelik ertelemenin ardından daha fazla vakit kaybetmeden basılmasını istiyorum artık kitabımın. Bunun için yayınevi görüşmelerim devam ediyor.

Samet Tosun: Bu güzel haberin ardından bize sabırla beklemek düşecek o zaman

Samet Koca: Ben de en az sizin kadar sabırsızım bu konuda. Aylarca yazdığım bir kitabın daha okuyucu ile buluşacak olması, fikir alışverişinde bulunmanın, duyguları paylaşmanın keyfini anlatamam.

Samet Tosun: O’nun Bebeği’nin devamı mı olacak yeni kitabınız?

Samet Koca: Sırada basılacak olan kitabım Aklımda Sen(ismi değişebilir). Merak edenler için bir bölümünü Wattpad platformunda paylaştım. O’nun Bebeği ile bağlantısı olmayan, yaşanan bir aşk hikayesinden yola çıkarak kurgulayıp yazdığım derin duygular besleyen bir kitap oldu. Anlatım tekniğiyle içime çok sinen sürprizli bir çalışma sizi bekliyor.

Samet Tosun: Yeni kitabın içeriği heyecanlandırdı doğrusu. O’nun Bebeği’nin devamını yazdığınızı duyurmuştunuz bir de.

Samet Koca: O’nun Bebeği’nin devamını yazmaya başlamıştım ama kitap bastırmanın bu kadar uğraş gerektiriyor olması sebebiyle şevkim kırıldı ve şimdilik onu rafa kaldırdım. Kitap yazmanın sancısı bittiğinde maalesef bunu okuyucuya ulaştırma kaygısı içine düşmek geride bekleyen onlarca fikri ve yaratıcılığı baltalıyor maalesef.

Samet Tosun: Umarım bu konuda daha rahat olacağınız bir ortam oluşur sizin için.

Samet Koca: Bunu hem kendim hem de tüm yazar arkadaşlarım için istiyorum. Sonuçta bizler yazdıkça kendimizi ifade edip, yeni şeyler deneyerek gelişim sağlayacağız, anlaşılacağız.

Samet Tosun: Okuyucularınıza son olarak söylemek istediğiniz şeyler varsa onları da alalım

Samet Koca: Öncelikle tüm ülkemize yangın ve sel felaketlerinden dolayı geçmiş olsun diyorum. Ciğerlerimiz yandı, göz yaşlarımız aktı günlerce. İnşallah pandemi de son bularak tüm bu yaşananlar kötü geride kalır ve güzel günlere kavuşuruz. Yeni kitaplarda tekrar bir araya gelebilmek dileğiyle.

Röportaj: Samet Tosun
dskultursanat@yahoo.com

Arif Selçuk: ”Oyunculuğun eğitimi bitmez her zaman gözlem ve kendinizi geliştirmeniz lazım”

Samet Tosun: Merhabalar, oyunculuk kariyeriniz nasıl başladı ve nasıl devam ediyor ?

Arif Selçuk: Merhaba.oyunculuk kariyerime 2006 yılında ilk olarak Asi dizisiyle başladım.Kendi memleketimde çekiliyordu cast direktörün beni diziye uygun bir karekter olarak gördüğünden bir sezon Asi dizisinde yer aldım. Ardından başka dizilerde çekilince oyunculuk serüvenine baslamış oldum.Müjdat gezen kültür sanat merkezi, Kudret Sabancı Kamera önü oyunculuk eğitimi, diksiyon eğitimi at binme eğitimi de alarak kendımı bu yolda geliştirdim. Bu güne kadar birçok Dizi Sinema reklamlarda Rol aldım.

Samet Tosun: Peki oyunculuğun sizi besleyen tarafları neler ?

Arif Selçuk: Oyunculuğun sınırı eğitimi bitmez her zaman gözlem ve kendinizi geliştirmeniz lazım bende bu yolda kendime öğrendiklerimle hayatta cevremle işimle alakalı bırçok değişim oldu. Ve her oynadığım karekter farklı şeyler keşfetmemi sagladı.Kendime bişeyler kattı.ve bazen karekterlerin yaşamlarından dersler çıkardım.

Samet Tosun: Hayatınızın dönüm noktası diye tabir ettiğimiz yer neresiydi ?

Arif Selçuk: Lokantam vardı, normal bir yasam sürerken oyunculuk yapmak aklımda yokken kendımı ekranda   görünce  işte dedim bu işi yapmalıyım ve hayatım değişti. Böylelikle yaşadığım şehri bırakıp yeni bir hayata başlamama sebep oldu.

Samet Tosun: En başa dönelim, Arif Selçuk kimdir ? Nasıl bir ailede büyüdü ? Bize biraz Arif Selçuk’tan bahseder misiniz ?

Arif Selçuk: Hatay’da doğup büyüyen 3 erkek 1 kız toplam 4 kardeşiz. 4 kardeşin en büyükleriyim. Eğitim hayatım hep Antakya’da geçti Babam memur emeklisidir. Geniş bir ailemiz var, hatta diyebilirim ki Hatayda bir köy bizim akrabamızdır.Herkes tarafından sayılan sevilen bir ailemiz var.Çevremde herkese yardım etmeyi seven ağır kibar saygılı bir ınsanım.

Samet Tosun: Hiç mesleğinize dair pes ettiğiniz, geri çekilmek istediğiniz bir dönem oldumu ?

Arif Selçuk: 2017 yılında 2,5 yıl yurt dışında yaşadığımdan oyunculuğa ara verdim ve tekrar 2019 Türkiyeye dönünce iş alamayınca biraz üzüldüm ama pes etmedim kendimden ve oyunculuğumdan emin olduğum için umudumu hiç kaybetmedim. Şu ana kadarda şükür projelerle ekranlarda oldum.

Samet Tosun: Hangi tür filmlerde, hangi yönetmenlerle çalışmak isterdiniz ? Gerçekleşmiş veya gerçekleşmesini istediğiniz bir hayaliniz var mı bu yönde ?

Arif Selçuk: Her tür filmde oynarım. Bu güne kadar canlandırdığım karekterlerin tersine karekterlerde oynamak isterim çünkü hep kötü adamı oynadığım için izleyici beni kötüyü oynayan oyuncu olarak tanıdı. Hedefime gelince kendimi her zaman daha iyisini yapmak usta bir oyuncu olmak ve yıllar sonra bile anılmak.

Samet Tosun: Çekimler esnasında yaşadığınız ilginç olaylar var mı?

Arif Selçuk: Yani sette o kadar kendimle alakalı çok büyük bir şey olmadı hatırladığım ama başka Oyuncu arkadaşlarımın yapmış olduğu davranışlardan etkilendiğim  şaşırdığım oldu. Onuda anlatmayım, bende kalsın.

Samet Tosun: Son olarak geleceğe yönelik projelerinizden bahsedelim biraz, seyirciyi neler bekliyor ? sizi nerelerde göreceğiz?

Arif Selçuk: Zaten menajerle çalışıyorum. Yeni başlayan ve devam eden dizilere sunum yapıyor ve görüştüğümüz projeler var bir kaç tane sinema filmi görüşmemde var farklı karekterlerde hazırlık aşamasındalar, bakalım kısmet inşallah güzel bir projeyle yeniden ekranlarda olmayı bende çok istiyorum. Son olarakta bir kaç bir şeyler söylemek istiyorum. Bu keyifli sohbet için size ve ekibinize çok teşekkür ederim. inşallah daha güzel bir zamanda ve daha güzel yerlerde görüşmek dileği ile.

Röportaj: Samet tosun
dskultursanat@yahoo.com

Yazar Muhammet Daştan ile keyifli bir sohbet gerçekleştirdik. Hasret Dilek Delier’in Özel Röportajı!

Kalemiyle sadece öyküler, romanlar yazmayan, gerçek hayat hikâyelerine dokunan, kadınların yaşadığı sorunlara değinen, sevilen bir yazar Muhammet Daştan. Kendine özgü dili, ayrıntı seven anlatımı, ilk kitabıyla çoktan okurlarının kalbinde taht kurmuş olsa da yeni keşfedenler için eserlerinden biri olan ‘Yaban Eller’ ile başarılı yazar yeniden karşımızda..

Hasret Dilek Delier: Muhammet Daştan’ı anlatır mısınız?

Muhammet Daştan: Erzurum Aziziye ilçesinde doğdum. İlkokulu ve ortaokulu Aziziye ilçesinde, liseyi Erzurum’da okudum. İşim gereği çok seyahat ettiğim için farklı kültürler ve yaşamlarla karşılaşıyorum ve bu karşılaşma yazmam için bana ilham kaynağı oluyor.

Hasret Dilek Delier: Yazmaya nasıl başladınız?

Muhammet Daştan: Yazmaya lise döneminde İngilizce öğretmenin Deniz Biçer’ in bize hayattan beklentimizi yazmamızı bir sonraki haftaya ödev verdi. Ben bir yaprak önlü arkalı doldurup teslim ettim. Sonraki hafta dersimize girer girmez, ismimi söyleyerek sözlüden yüz verdi. Çok başarılı bir yazı olduğunu söyledi. “Ders bitiminde beni çağırarak, sen de yazma yeteneği var, bu konuda önünü çok parlak görüyorum yazmalısın’’ demesiyle başladım.

Öyle ki her gördüğü yerde okul çıkışı, ders bitimi, okul koridoru, yani her fırsatta söyleyip kendimi geliştirmem için elinden gelini yaptı. İlk başta fazla önemsemedim. Fakat daha sonra göçmen bir kadınla tanışıp hayatından etkilenerek karalamaya başladım. Hocamın söyledikleri aklıma geldikçe yazmaya gönül vermeye başladım. Zaman geçtikçe yazmak hayatımın bir parçası oldu. Hayatımda bu gelişmeler olurken çok geçmeden gerçek bir hayatı anlattığım kitabımı kaleme almaya başladım.
2011 yılında Sivas’ta geçirdiğim bir kaza sonucu yazdıklarım kayboldu. Bu vahim kazadan sonra yazmaktan vazgeçmişken Çanakkale’nin Eceabat ilçesinde yaptığım seyahatte tanıştığım bir yaşlı çobanın hayatı beni etkisinde bıraktığı için yeniden yazmaya karar verdim. 2019 yılında ‘’Göç ve Kadın’’ kitabımı okurların beğenisine sunarak, ikinci kitabım “Yaban Eller” 2021’de yayınlandı ve halen hocamın verdiği öğütlere geç kaldım diye bazen kızıyorum kendime. Ama şu an için üçüncü ve dördüncü romanımın yazım aşamaları bitirip düzenlemelerini yapmaktayım.




Hasret Dilek Delier: Ne zamandan beri yazıyor sunuz?

Muhammet Daştan: 2004’te başladım yazmaya ama kitap nasıl basılır, şartlar nedir, düşüncesinde yazıyordum. İlerleyen yıllarda öyle ki yazdıklarım tozlanmaya yüz tutmuştu, olur mu, olmaz mı düşüncesi içerisinde, yıllar geçiyordu ve ben içimdeki yazma aşkıyla mücadele ediyordum. Resmen savaş veriyordum. Olur mu olmaz mı? Yazmalı mıyım? Yazmamalı mı? Diye kendime sorular sormaya devam ederken İngilizce hocamın Ankara’ya tayini çıkmıştı. Hemen yanına gittim. Aradan yıllar geçmişti belki hatırlamaz beklentisi içinde beklerken, yanıma ilk gelir gelmez hoş geldin dedikten sonra, hal hatır sormadan yazdın mı, hani imzalı kitabım? Dedi.
Başımı öne eğmekten başka bir şey yapmadım karşısında. Elini omzuma koydu ve dedi ki; hiçbir şey için geç kalmış değilsin, kaldır başını. Oturup çayımızı içerken, tekrar tekrar o eşsiz ışığıyla yol gösterdi ve bu kez söz verdim. Sözümde durmaya çalışıyorum yazdığım eserlerle..

Hasret Dilek Delier: Şu an a kadar kaç roman yazdınız ve kaçı yayımlandı?

Muhammet Daştan: Şimdiye kadar düzenlemeleri bitirilmemiş 5 romanım var. Bunların dışında, 2019 yılında Göç ve Kadın, 2021’de Yaban Eller isminde iki romanım raflarda yerini aldı.

Hasret Dilek Delier: Eserlerinizde en çok neye dikkat edersiniz ?

Muhammet Daştan: Eserlerimde en çok romanda ismi geçen karakterlerin tamamen gerçek hayattan olmasına dikkat ediyorum. Günümüzde kiminle konuşsam hayatı roman olacak o kadar insan var ki, hayal etmeye gerek kalmıyor. Öyle ki ülkemizde kadınlar çok üzülerek söylüyorum; hak etmedikleri ne varsa onlarla karşılaşabiliyorlar, bunun yanında çok güçlü olmayı öğrenip, her şeye rağmen hayatta tutunabiliyorlar. Göç ve Kadın romanım da olduğu gibi Yaban Eller’ de bu güçlü kadınların hayatından ilham alarak bu iki eserimi yazdım. Zaten bana yazmalısın diyen hocamda bir kadındı. Bu iki kitabımın temeli yıllar önce atılmış oldu. Buradan sevgi ve saygılarımı sunuyorum. Ve bu vesile ile Deniz Biçer hocama şükranlarımı iletmek istiyorum. Hocamın bana gösterdiği yolu anlatacak bir kelime bulamıyorum maalesef.

Hasret Dilek Delier: Yazılarınızı çalışma odanızda mı yazıyorsunuz? Aklınıza gelen betimlemeleri hemen kaleme döker misiniz ve ilham kaynağınızı nasıl açıklarsınız?

Muhammet Daştan : Yazılarımı hiçbir zaman çalışma odamda yazmadım. Açıkçası çalışma odamda yok. İşim nedeniyle sürekli seyahat halindeyim, bu nedenle bilgisayar kullanmıyorum, deftere yazıp en son aşamasında bilgisayara yazıyorum. Aklıma gelen betimlemeleri telefonumun not kısmına kaydediyor sonra yazıyorum. ilham kaynağım ise sürekli seyahat halinde olduğum için, Türkiye’nin dört bir yanına gidiyorum. Gittiğim ilde aylarca kalabiliyorum. O ildeki insanlarla tanışıyorum. Kültürleri, hayat kriterleri, yaşam öyküleri, yaşam mücadelesi ve olumsuz olan her şeyi görüp duyuyorum. Dediğim gibi her insanın bir romanlık hayatı vardır. Ben de dikkatimi çeken olayları not alıp sonra bir kitapta buluşturuyorum.

Hasret Dilek Delier: Bir yazar için hayal gücü ne demektir ve yazar adayları için tavsiyeleriniz nelerdir?

Muhammet Daştan: Bir yazar olarak benim için hayal gücü çok önemli değil. Ama romanda bulunan karakterleri yazarken birebir o duyguyu, üzüntüyü, acıyı, sevinci, başarıyı ve karakteri yaşamak gerek. Ben şahsen öyle yapıyorum öyle ki Yaban Eller’ de sol kolu olmayan Yaprak hanım karakteri var. Tek koluyla onlarca insanın hayatını kurtarıp ve iyilik yaptıkça, ben de Yaprak hanımın başarısına sevinip, mutlu oluyordum. Her yazar benim gibi yazdığı karakterde mutlu olup üzülür mü bilmiyorum.
Yazar adayları için tavsiyelerim; dediğim gibi her yerde hayatı roman olacak insan var en yakınımızda olabilir. Anne, baba, komşu, arkadaş, akraba, veya iş yerinde mutlaka çevrelerindeki insanların hayatlarıyla başlayarak kolay bir yol çizebilirler. Asla benim gibi yazmayı ertelemesinler, başarmak için başlamak gerek.
Ülkemiz de çok başarılı yazarlar çıkmış ama bazı yazarlar sosyal medyalarda genelde yabancı yazarların sözlerini alıntı yapıyorlar ve örnek alıyorlar. Oysa ki Türkiye’nin geçmişinde onlarca başarılı yazar var, isimleri saymakla bitmez. Bu yazarları örnek alırsak kendi ülkemiz adına dünyada daha çok başarıya imza atmış oluruz.




Hasret Dilek Delier: Sizce kitap okuma alışkanlığını kazandırılmak için neler yapılmalı?

Muhammet Daştan: Maalesef ülkemizde kitap okuma alışkanlığı bir dönem yok gibiydi ama şu an metro ve benzeri şehir içi ulaşımlarında genç nesilin elinde tablet ve telefon yerine kitap görüyorum bu beni çok mutlu ediyor. Türkiye’nin her bölgesine gittiğimi söylemiştim. Bazı il ve ilçelerde kütüphane yok. Yerel yöneticiler her mahalleye ve özellikle köylerde muhtarlıklara bir kütüphane kursalar kitap severler onlarca kitabı hemen gönderip o kütüphaneyi ağzına kadar doldururlar hiç tereddüt bile etmeden. Ve böylece o kütüphanenin yakınında yaşayanlara kolay erişim sağlayıp kitap okuma alışkanlığı sağlanabilir. Benim de bu konuda birkaç kitap isteğine arkadaşlarla el ele verip koli koli kitap göndermişliğim vardır.

Hasret Dilek Delier: Yazmak yetenek işi midir, Öğrenilebilir mi?

Muhammet Daştan: Yazmak yetenek işimi bilmiyorum. Bence yazmak için başlamak gerek. Başladıktan sonra zaten kendini bir görev içinde hissediyorsun. Bu öyle bir görev ki sürekli bir karakter bulmak için çiçeğe, böceğe, uçan kuşa, doğaya, denize her şeyin ne kadar güzel olduğunu dikkatlice inceliyorsun. Öyle ki çevrendeki güzel şeylerin farkına varıp değerini biliyorsun. İzlediğin bir film, içtiğin bir çay ve arkadaşının bir merhabası bile daha bir manalı geliyor..

Hasret Dilek Delier: Türkiye’de kitap yayınlamak zor mudur?

Muhammet Daştan: Türkiye’de kitap yayınlamak hiç zor değil ama bir pazar payı var. Emek veren değil de bazı yayınevleri bu işi ticarete dökmüş maalesef. Çoğu yazar yanlış yayınevi seçimi nedeniyle ilk kitabında hayal kırıklığına uğrayabilir. Bu nedenle çok iyi araştırma yapmaları gerek. Bunun yanında çok iyi yayınevleride var. Doğru adımları izleyerek başarıya ulaşabilirler.

Hasret Dilek Delier: Sosyal projelerde bulunuyor musunuz?

Muhammet Daştan: Sosyal projelerde her zaman elimden geldiği kadar bulunuyorum. Her insan gibi benim de gücümün yettiği kadar elimi taşın altına koyuyorum. Genelde kitap kardeşliği adı altında kitap okumayı sevip ama alamayan kitapseverlere kitap toplayıp gönderiyoruz.
Ayrıca yine sizin başlattığınız cezaevlerine kitap gönderme projesine katılmak beni mutlu etti. Kitap göndermemi ve bu projede yer almamı sağlayıp, tüm yazarları teşvik ettiğiniz için teşekkür ederim.
Şimdi ise Senarist yazar Feridun Hocalar ve eşi Ayten Hocalar sayesinde sokak hayvanlarına ilgim fazlasıyla arttı. Bana karşılıksız yardımları sayesinde kendimi bir adım daha geliştirdim. İyi insanları örnek almak doğru yolda ilerlemektir. Ben de bu konuda kendimi çok şanslı hissediyorum. Gazeteci yazar yani siz Hasret Dilek Delier, iyiliğin bir bedel olmadığını bir ayna gibi öğrettiniz. Buradan size ve sayesinizde tanıdığım yürekleri sevgi dolu Feridun Hocalar ve kitabımın kapak tasarımını yapan eşi Ayten Hocalar’a sonsuz teşekkürlerimi iletiyorum.

Hasret Dilek Delier: Rica ederim. Projelerimizde yer alarak katkı sağladığınız için ben teşekkür ederim.

Hasret Dilek Delier: Kitabı yayınlamak için hangi süreçlerden geçmelidir?

Muhammet Daştan: Kitabı yayınlamak için herhangi bir süreç veya kalıp yoktur ama yazar adayları önce kendisini inandırmalı başarmak için, sonrasında elinden geldiği kadar sosyal medya üzerinde yazarlara mesaj yoluyla aklına takılan soruları sorabilir ve geniş bir bilgi sağlayabilir kendisine. Ama kesinlikle kendi yazım üslubu ve kalıbından çıkmamalıdır. Aksi takdirde yazdığı eser istemsiz olarak yazım kalıbını taşırabilir ve zor bir sürece girebilir yazar adayları.




Hasret Dilek Delier: Yaban Eller romanınız hakkında ne söylemek istersiniz?

Muhammet Daştan: Yaban Eller’i aslında dördüncü romanım olarak yayınlamak istiyordum ama içindeki eksik karakterler gittiğim bazı illerde sürekli karşıma çıkmaya başladı ve yayınlatmak üzere olduğum ikinci romanla yer değiştiler. Her şeyde bir hayır vardır, hakkımda hayırlısı neyse onu diliyorum. Yaban Eller romanımın içeriğinden kısaca bahsedecek olursam, birden çok hayat ve karakterlere geniş yer verdim. Tamamına yakın yaşanmış bir hayat öyküleriyle dolu roman. Romanı özetleyecek olursam; “Sağır ve dilsiz kız kardeşi için kendisinden vazgeçen Osman’ın, çaresizlikler ve travmalar içinde hayata tutunmaya çalışan Kader’in, solmuş bir hayatı yeşertmeye çalışan iyi niyetli iş adamı Sami beyin, uzun zaman yalnızlığıyla ve zorluklarla mücadele etmek zorunda kalan Yaprak hanımın, tüm tehditlere rağmen suçun suçlunun peşini bırakmayıp hep adalet peşinde koşan Başkomiser Taşkın beyin, zorlu mesleğinde karşılaştığı tüm entrikalara rağmen onurunu hiç kaybetmeden işine devam eden gardiyan Ali’nin, ve kahramanların hapishanelere, hastanelere, köşklerden huzurevlerine, karakollardan çöplüklere uzanan zorlu yaşam öykülerini” kaleme aldım.

Hasret Dilek Delier: Kitabınızın adı Yaban Eller gurbeti mi anlatıyor?

Muhammet Daştan: Yaban Eller ismi iki farklı anlam taşıyor, el ve eller, romandaki karakterler birbirlerini hiç tanımıyorlar ama bir şekilde tesadüfen bir araya gelip birbirlerine el uzatıp yardımlaşıyorlar. Yabancı insanların birbirlerine uzattıkları elleri sayesinde tanışıp yardımlaşıyor ve hayatlarını sürdürüyorlar. Bu nedenle romanımın adı Yaban Eller oldu. Gurbetle bir benzetmesi yok, tamamen aynı ilde yaşıyorlar..

Hasret Dilek Delier: Çocukluğunuzda kitapla ilişkiniz nasıldı? Kitap edinmek zor muydu, bulması ya da satın alması?

Muhammet Daştan: Çocukluğumu birleştirilmiş sınıfta okudum. ilkokul ulaşımı çok zor bir köyde geçti. Kitap bulmak ve okumak imkansız gibi bir şeydi. Bazen okulun yolunu bile kar ve tipi nedeniyle zor bulurduk. Dönüp çocukluğuma baktığım zaman oradaki öğrencilerin örnek alabileceği hiçbir şey yoktu. Öyle ki televizyon bile 2000 yılların başında gelmeye başlamıştı. Biz haberleri radyodan dinlerdik oda elektrik olduğu zamanlarda, ama radyo tiyatrolarını hiç kaçırmazdım ki Erzurum’da -35 derece soğukta sobanın verdiği sıcakla çok keyifli gelirdi. O anın tadı halen bende var, günümüzde bile internet üzerinde radyo tiyatrolarını dinlerim.

Hasret Dilek Delier: Verdiğiniz röportaj için gazetemiz ve kendi adıma teşekkür ederim.

Muhammet Daştan: Bana kendimi ifade edebilme şansı verdiğiniz için ben teşekkür ederim.

 

Röportaj:
Hasret Dilek Delier

Sahte Yaşamın Biriktirdiği Tortularla Ömer Lütfi Bakan..

Fotoğraf Sanatçısı-Heykeltıraş Yazar Ömer Lütfi Bakan ile gazetemizin okurları için “hayatına ve Zehra’m” adlı romanına dair söyleşi gerçekleştirdik. Yazarın deyimine göre “Sahte yaşamın biriktirdiği tortularla Ömer L Bakan” Keyifli okumalar..

Hasret Dilek Delier: Öncelikle sizi tanıyarak başlayalım. Ömer Lütfi Bakan kimdir?

Ömer Lütfi Bakan: 1959’da Haliç-Fener’de doğdu. Ömer Lütfi Bakan’ın üç çocuğundan biri olan Yılmaz Bakan’ın en büyük oğludur. Küçük bir çekirdek ailenin de en büyük oğlu olarak dünyaya gelen torun Ömer Lütfi Bakan, Fatih-Çarşamba’da Yavuz Sultan Selim ilkokulunda tahsil hayatına başladı. Daha sonra Etiler Hasan Ali Yücel ilkokulunda ikinci sınıftan itibaren ilkokula devam ederken hayatı tanımaya, gözlemlemeye başladı. İzlenimci bir yanı olan aklı onu farklı düşünme ve yorumlamaya öteledi ve bundan başarılı olsa da müfredat gereği öğrendiklerini farklı yorumlayarak öğretmenlerinin tepkisini çekti ve sürekli ailesine şikâyet edildi. Ortaokul birinci sınıftan itibaren yazdıkları veya yazmak istedikleri aklında birer tortu olarak birikti. Ömer Lütfi Bakan on iki yaşında resim yapmaya başladı. Yaptığı resimler farkında olmadan gerçeküstücü akımın birer parçası oldu. Resim yaparken bir yandan da araştırmaya ve kitap okumaya devam ederken çocukluğunun dünyası, daha sonra yetişkinlik dönemindeki sanatının hammaddesinin büyük bir bölümünü oluşturacaktı. O küçük yaşlarda anlaşılmak gibi bir derdi yoktu ama bir yandan da kabul edilmek istiyordu. Okuduğu kitaplar yüzünden babasından defalarca dayak yedi. Ama pes etmedi hep okudu, hep okumaya devam etti, hâlâ da okumaya ve araştırmaya devam ediyor.




Yaptığı resimler ailesi tarafından rahatsız edici ve anlaşılmaz bulununca bir gün annesi onu Çapa Tıp Fakültesi Psikiyatri bölümünde resimleri ile birlikte Psikiyatr Doktora götürdü. Doktorun koyduğu teşhis annesi tarafından algılanamadığından ürkünç bulununca resim yapmak kendisine yasaklandı. Aslında doktor onu anlamıştı ama annesi de doktoru yanlış anlamıştı. Okulda harcadığı zamanın dışında evde mümkün olduğu kadar zaman geçirmemeye başladı. Kaldırımlara, Zeytinoğlu caddesinde yeni dökülen asfalta inşaat şantiyelerinde yeni sıvaların üzerine tebeşir, çivi, bulabildiği boyalarla resim yapmaya devam etti. Dolayısıyla Şişli Terakki lisesinde orta derecelerde seyreden bir öğrencilik hayatı geçirdi. Sınıf arkadaşı sanatçı bir ailenin oğlu olan Ali Arif Ersen onu yüreklendirdi ve resim konusunda ona hep destek oldu. İkisi de özlem duydukları Mimar Sinan Üniversitesi Resim bölümü için çalıştı; Ali Arif Ersen Akademiye girdi ama Ömer Lütfi Bakan giremedi ve hayalleri suya düştü. Bir yandan da Mimarlık ve fotoğraf ilgisini çekiyordu. Babaannesinin söz verdiği Fotoğraf Makinesine ancak onun ölümünden sonra babasının başının etini yiyerek sahip oldu. Makineye sahip olana kadar lise arkadaşı Serdar Bostancı’nın babasına ait olan fotoğraf makinesi ile idare etti. Yaptığı resimler gibi çektiği fotoğraflarda maalesef anlaşılamadı. Bu arada “ben seni okutamam” diyen babasının kurbanı oldu ama buna kendinden başka kimse farkında olmadı. Hayatı sokaklarda öğrenmeye, tanımaya başladı. Arkadaşları duvarlara yaptığı güzel resimleri bildiklerinden bir kova kırmızı boya ve yazılı sloganların olduğu kâğıdı vererek sisteme karşı duvarlara sloganlar yazdı. Kullandığı o kırmızı boyaların küçük bir kısmı hala tırnaklarının arasında saklanmaktadır. Kâğıt ve tuval üzerine yapamadıklarını oralara buralara yaparak hem halka ulaştı hem de sistem tarafından suçlandı. Yine ailesi bunun da farkına varamadı: daha doğrusu farkına vardırtmadı. Rahmet ile andığı Şevki Sümer ile tanıştı. Şevki Sümer onu ilk karanlık odaya attığında artık o bir fotoğrafın fahişesi idi ve onun için yeniden doğmuş gibi yaşam başladı ve “hayatı boyunca fotoğraf çekti; fotoğraf makinesi olmadığı zamanlarda bile”. Şimdilerde fotoğraf makinesi olmamasına rağmen fotoğraf projelerine devam ediyor. Öyküler yazıyor. Duygularının patlaması olarak adlandırdığı biriken tortuları şiirlere dönüşüyor. Roman yazıyor, biri bitti diğeri de bitecek. Resim yapmaya asla bırakmadı sadece biraz ara vermişti, şimdilerde hala devam ediyor. Fotoğraftan kazandığı bilgi, beceri ve farklı yerden bakma alışkanlığı farklı disiplinlerle haşır-neşir olmasına neden oldu ve heykel yapmaya başladı, hala yapıyor. Sokaklardan, kapı önüne atılmış kullanılmazları, hurdacılardan aklında biçimlenen hurdaları, çöplüklerden faydalanacağı çöp denilen ama onun için asla çöp olmayan atıkları toplayıp biçimlendirerek tekrar kullanılacak hale getiriyor, adına da “Iskarta” diyor. O, bu dünyada en büyük sahtekârdır ve sahte işler yapmaktadır. Nedenine gelince; yaşam tüm sahte ve sahtecilikten geçinenlerin elinde olduğundan, dünyanın gerçek olduğuna inanmıyor. Sahte dünyada sahte bir yaşam sürüyor; ta ki anlaşılana kadar böyle devam edecek. Eğer bir gün anlaşılabilirse, hem kendisi hem de izleyenleri gerçek ile tanışmış olacaklar.




Hasret Dilek D: Fotoğraf sanatçılığı, yazarlık dışında ne gibi uğraşılarınız var?

Ömer Lütfi Bakan: Sanat hayatıma 1976 yılında fotoğrafçılık ile başladım. Fotoğraftan önce resim vardı ama o yıllarda devamı olmadı. Fotoğrafa ulaşmak istediğim yere ulaşmaya çalışırken farklı sanat disiplinlerinden faydalanmaya çalıştım. Amacım fotoğrafı sanat katına taşımaktı ve taşıdım da. Zaman içerisinde tekrar resme başlamak gereğini duydum, başardım da. Heykel 2007 yılında dikkatimi çekti; becerebileceğimi hissettim ve başladım. Zamanımın büyük bir bölümünü heykele ayırdım. Kendi tekniğim doğrultusunda ahşap ve demir kullanarak heykeller yaptım. Çok kitap okuyordum. Okudukça dilim ve yazın kabiliyetim geliştiğini fark eden edebiyat dostlarım beni yüreklendirdi. Önce öyküler, içimden geldiği zamanlarda duygu patlamalarımı mısralara döktüm. Ardından ilk romanım Zehra’m Ateş Yayınlarından çıktı. Şimdi Kasaba adını verdiğim romanım bitmek üzere, o da basılacak. Hep okudum, bundan sonra da hep okuyacağım. Benim üniversitelerim okuduğum kitaplardır.

Hasret Dilek Delier: Fotoğraf ile uğraşınız ne zaman başladı? İlk çektiğiniz fotoğrafı hatırlıyor musunuz?

Ömer Lütfi Bakan: Elbette hatırlıyorum. Maçka parkında sevgilim ile dolaşırken, karşımızdaki adamın bizim fotoğrafımızı çektiğini deklanşörün inanılmaz sesiyle fark ettim. Beni ve sevgilimi makinesine hapsetmişti. Bu bana tuhaf bir duygu verdi. Önce adama kızsam da onun olumlu yaklaşımıyla makinesini elime aldım ve sevgilimi fotoğraflamaya başladım. Şimdi onun yaptığını ben yapıyordum. Bunlar ilk fotoğraflarım oldu, ardı arkası çorap söküğü gibi geldi.




Hasret Dilek D: Fotoğrafçılık sanatı hakkında kısa bir bilgi verebilir misiniz?

Ömer Lütfi Bakan: Herkesin kolay zannedip bir şekilde fotoğrafa başlaması görsel çöplükten başka bir şey oluşturmuyor. Önemli olan görüneni aktarmak değil; o fotokopiden farksız bir şey değildir. Önemli olan düşünce biçiminizi görsel biçiminizle birleştirip, ortaya koyarken tecrübelerin doğrultusunda akıl ve göz eğitimi ile edinilmiş kültürel kavramın görsel karşılığıdır; fotoğraf ve benim fotoğraflarım düşüncelerimin izdüşümüdür.

Hasret Dilek Delier: Aynasız mı, aynalı mı desem?

Ömer Lütfi Bakan: Ben hep aynalı kullandım. Aynasız ben de alerji yapıyor.

Hasret Dilek Delier: Sizi etkileyen en beğendiğiniz fotoğrafçılardan birkaç isim vermenizi istesem aklınıza ilk gelenler kimler olur?

Ömer Lütfi Bakan: Ali Arif Ersen, Orhan Cem Çetin, Merih Akoğul, Aramis Kalay, Selçuk Özgüleryüz, Jean Lupe Sief, Suzan Armağan, Levent Yavuz, Dora Günel, belki birkaç daha fazla değil..

Hasret Dilek Delier: İnsanlar bir süre yazı ile kendini ifade etti, bir süre fotoğrafla. Şimdilerde ise video ile ifade etmeye başladılar. Hemen herkes günde en az bir video çekiyor ve izliyor. Sizce video fotoğrafın yerini alır mı?

Ömer Lütfi Bakan: O çok önce gerçekleşti: temel altı sanat dalının yedincisi Sinema oldu. Sinemadan önce fotoğraf icat edilmişti. Fotoğrafçıların yetersiz işleri fotoğrafın yedinci sanat olmasını engelledi. Görsel sanatlarda her şey fotoğrafın yerini alacaktır. Zaten fotoğrafın zorluk derecesinin ne kadar yüksek olduğunun kanıtı da buradadır.




Hasret Dilek Delier: Tanıtımlarda oldukça ilgi gören Zehra’m adlı kitabınızdan bahseder misiniz? Zehra’m nasıl doğdu?

Ömer Lütfi Bakan: Zehra’m gerçek hayat hikayelerimden doğmuştur. Bir gün kahramanlardan birini bir hastanede torunu ile gördüğüm gün önce öykü ardından roman oldu. 1959 dan bu yana yaşadığım bu dünyada sadece 1971 ve 12 Eylül 1980 sabahına kadar yaşanan anları ve kahramanların zaman-zaman geri dönüşlerle birçok tarihsel olayların içinde yaşanan bir aşk hikâyesi böylece doğmuş oldu. Birbirimizi ilk gördüğümüzde gözlerimiz birkaç saniye birbirine kitlendi ve hiç konuşamadık. Belki de öyle gerekiyordu.
Ama Zehra’m ın arka kapak yazısında editörüm Türker Alpertonga en güzel şekilde açıkladı.
Editör Türker Alpertonga, Zehra’m için kapak yazısın da şu ifadelere yer veriyor:

Üç kelimeyle ifade etmek gerekirse; “İddialı, cesur, şeffaf.”

Cumhuriyet’in siyasal ve toplum tarihini sıra dışı bir bakış açısıyla irdeleyen, gündeme getirilmesi cesaret isteyen konuları en ince detaylarına kadar korkusuzca ele alan, insan davranışlarının öteki yüzünü fütursuzca ifşa eden bir roman.
İç içe ve dönem dönem yaşanan toplumsal dramların bireylere bakan yönüyle olağanüstü psikolojik tahlilleri, dayatılan statülerin ahlaki ve kültürel infilaklara sebep olması, birbirinden uç hayatların ortak hikâyeler çatısı altında sentezlenerek gözler önüne serilmesi, olayların cereyan ettiği tüm mekânların neredeyse tamamının tarihi hakkında detaylı bilgiler verilmesi, esere oldukça derin bir muhteviyat kazandırmış.




Eseri tamamlayınca hangi Zehra’m sorusunu soracaksınız. Sınıf atlayıp sınırsız özgürlük kazanan Zehra’m mı, kazanma kuşağında kaybeden Zehra’m mı, hayata yeni adım atan minik Zehra’m mı? İlk iki Zehra’m’ı marjinal bulanlar, üçüncü Zehra’m’la geleceğe yönelik kendi Zehralarını hayallerinde inşa edebilirler.

Hasret Dilek Delier: Zehra’m adlı eserinizde okurlara vermek istediğiniz bir mesaj var mı?

Ömer Lütfi Bakan: Herkesin yaşam biçiminden kaynaklanan düşünce biçimi doğrultusunda kendine uygun gördükleri mesajı kendi çıkarları doğrultusunda alacaklardır. Ama toplumsal dejenerasyon ön planda olduğundan belki de bu mesajı görmek istemeyeceklerdir. Her günün ardındaki gelen bir gün, bir önceki günün modern zamanıdır ve bu zaman içinde yaşayan herkes “modern zamanın kölesidir”

Hasret Dilek Delier: Kitabınızı hangi yayınevinden çıkardınız?

Ömer Lütfi Bakan: Ateş Yayınevi bu kitabı basmaya karar verdiğinde yayınevleri hakkındaki düşüncelerim değişti. Bu eserde basmaya karar veren Nurcan Ateş hanımefendi, editörlüğümü Yapan Türker Alpertonga ve beni yayınevimle tanıştıran Çağdaşım ve gençlikten beri arkadaşım Feridun Hocalar’a çok teşekkür ediyorum.

Hasret Dilek Delier: Kapak tasarımı oldukça ilgi çekici. Kapak tasarı mı kime ait?

Ömer Lütfi Bakan: Henüz hiç tanışmadığım ama karşılaştığımızda birbirimizi ne kadar çok anlamışız diyebileceğim Ayten Hocalar Hanım efendiye ait olup mükemmel bir iş çıkarttığını biliyorum. Bu çalışmaya fotoğrafıyla katkı veren çağdaşım, arkadaşım Suzan Armağan’a ayrıca teşekkür ediyorum.

Röportaj: Hasret Dilek Delier
dskultursanat@yahoo.com

Giray Gelenler ile yeni single çalışması öncesi bir sohbet gerçekleştirdik!

Samet Tosun: Giray Gelenler kimdir? nasıl bir ailede büyüdü? bize biraz Giray Gelenler’i anlatır mısın?

Giray Gelenler: 10 Mayıs Bursa Doğumluyum. Boğa Burcu erkeğiyim hem okul hayatıma hem de müzik eğitimime devam ediyorum. Hayal ettiğim ve arzuladığım her şeyi ailem destekledi. Mükemmel bir aileye sahip olduğumu düşünüyorum. Bana Gelince biraz içine kapanık ama duygularımı içe dönük taşıyan biriyim. Duygusal ve mantık arasında kalmam. Çünkü karakterim ve kişiliğim, kalp yolumdan geçer bu sebeple duygusallık tarafım ön plandadır.

Samet Tosun: Müzik hayatına nasıl girdi ve senin için nasıl bir öneme sahip ?

Giray Gelenler: Ailemin en büyük ferdi dedemin müzisyen olmasıyla başladı müzik aşkınla büyüdüm diyebilirim. müziğin her alanında yer almak istiyorum, hayalim aranjör olmak ve eğitimlerimi alıp kendi şarkılarımın aranjörlüğünü üstlenmek istiyorum. Müzik benim için bir hayat.

Samet Tosun: Bizlere biraz “Affetmem seni”nin hikayesinden bahseder misin ? Böyle bir proje nasıl ortaya çıktı ?

Giray Gelenler: Sözü ve Müziği Cumhur Çiğci’ye ait olan bir şarkı,  bu şarkının ilk demo kayıtlarını kendim seslendirmiştim. Şarkıdan çok fazla elektrik aldım, sonrasında Cumhur Çiğci Affetmem Seni şarkısının bana çok yakıştığını belirtti. Ve çalışmalara başladık, Aranjörlüğünü Emir Akra üstlendi , Mix & Mastering : Candar Köker , Yapımcımız Sezmüzik prodüksiyon , Sezgi Erciyes ve Klip yönetmenimiz Mücahit Pehlivan mükemmel bir ekiple çalıştım. Emeği geçen herkese teşekkür ederim. Burda sevgili Cumhur Çiğci’ye ayrı bir parantez açmak istiyorum Affetmem Seni eserinin çalışmalarında bana vermiş olduğu desteklerinden dolayı şükranlarımı iteliyorum. 27 Nisan Affetmem Seni isimli şarkımız Tüm dijital platformlarda yer alıcak.

Samet Tosun: Müzikten arta kalan zamanlarını nasıl değerlendiriyosun ?

Giray Gelenler: Çok sosyal bir hayatım yok açıkçası. Genellikle evcil biriyim kitap , spor ve müzikle zaman geçirmeyi daha çok seviyorum.

Samet Tosun: Peki müzik kariyerinde olmak istediğin yani hedeflediğin nokta neresi?

Giray Gelenler: İlk single çalışmam, tabiki zorluğunu biliyorum. Fakat kalbimle yapacağım herşeyin iyi olacağını düşünüyorum. Kendi şarkılarımın aranjörlüğünü üstlenmek istiyorum. Müzikteki en büyük hedef ruhunun kendine yakışmasıdır, yakışan herşey takdir toplar inşallah , takdir edilen işlere imza atarız. DS kültür sanat ekibine ve Samet Tosuna Teşekkürlerimi sunuyorum.

Röportaj: Samet Tosun
dskultursanat@yahoo.com

Page 1 of 2

Powered by WordPress & Theme by Anders Norén