Etiket: emre tamirciler

Emre Tamirciler’in kaleminden ”Hüzünlü bayram”

Bir cümlenin başına “SON” sıfatını getirince değer kazanırmış tüm satır. Hayatta böyle değil mi zaten? Bazen yaşadığımız zorluklarla mücadele etmeye gücümüzün yetmediğini düşündüğümüz vakit isyan edermişcesine yaşayıp, karamsarlığa bürünüyoruz. Fakat “Bu gün hayatının son günü, ne yapmak istersin?” Sorusunu kendimize sorduğumuzda tüm karamsarlığımızı, yorgunluğumuzu üzerimizden atar hale geliyoruz. Çünkü bu gün hayatımızın son günü. Tüm kırgınlıklarımızı, üzüntümüzü unutuyor, zamanında yaşayıp kıymetini bilemediğimiz şeylere anlam yüklemeye çalışıyoruz. Bunun için ne kadar da geç kaldık öyle değil mi?

Bu gün Ramazan Bayramı…
Ardımızda koskoca bir Ramazan ayını bıraktık. Orucumuzu tuttuk, ibadetlerimizi yerine getirdik belki ama Ramazan boyunca alnımız cami cemaatinle birlikte secde görmedi. Yaşadığımız salgın hastalıklar, dünyaya hakim olan virüs bizi eş, dost, akrabalarımız ile bir araya getirmediği gibi hiç tanımadığımız insanlarla dahi bir namaz kıyamında omuz omuza veremedik.




Büyüdükçe bir önceki bayramı hasretle hatırlayıp “nerede o eski bayramlar?” Derken, bu gün bir önceki bayramda yaşadığımız; birlik, beraberlik, huzur dolu bayramı arar olduk. Kabul edelim arkadaşlar; Ramazan ayının, bayramın, sevginin, dostluğun, ailenin ve sayamadığımız bir çok anı yaşayıp kıymetini bilerek şükürler etmezken, onları kaybettiğimiz zaman değerini ve önemini anlar olduk.

Evet bu gün bayram…
İlk kez bir bayram namazını Camii cemaatinle birlikte kılamadık. Tekbir sesleriyle yankılanan, arş-ı alaya yükselen birlik ve beraberliğin sesi olamadık. Kırdığımız bir kalbi onarmak, bir telefonla halini-hatırını sorup Gönüller alamadığımız için “kendimize” kolay gelen şeyleri yaparak duvarlar ördük etrafımıza. Kaybettik ve kaybetmeye devam ediyoruz arkadaşlar. Çoğumuzun yüreğine daha küçükken sevgi tohumları ektiler ama biz onları filizlendirmek için birbirimizin yüreğine su serpmedik. “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın?” Düşüncesinin yanlış olduğunu bize aşıladılar ama ne yazık ki yaşadığımız/yaşattığımız durumlar bize yapılan aşının etkisini kaybettirdi. Hepimiz unuttuk! Bir gün Camii minaresinden selânın bizim için okunacağını… İnsan gibi yaşamayı öğrenelim derken, içimizde bastırılmış duyguların birden taşıp ortalığı bir deprem enkazına dönüşmesine izin vermeyelim. Sahip olduğumuz her ne varsa farkına varalım. Tüm kırgınlıkları bir kenarı bırakıp, nefret kusan tüm kötü düşüncelerin üzerini örtelim, Çünkü bugün geriye kalan hayatımızın ilk günü. O yüzden geçmişte yaşadığımız her ne varsa orada bırakalım kalsın. Yarın “artık çok geç” dememek için bu gün öpülecek bir elimiz varsa eğer şükür ederek öpelim ki sahip olduğumuz şeyleri bir gün kaybettiğimizde pişmanlığını yaşamayalım.

Rabbim bizleri zamanında kıymet bilip, değerini hakkıyla verenlerden eylesin. Bayramımız mübarek olsun…

Emre Tamirciler

Yazar Emre Tamirciler’in kaleminden ”Anne”

Sonbaharında ıslandığım yağmur kokulu kadını severek başladım yaşamaya. Onun varlığı ile açtım gözlerimi. Kokusunu bir zamanlar içime çekerek huzur bulurken, şimdi ondan uzakta, nöbet kulelerinde Şafak atıyorum. Saçlarından öpüp gözlerinden yaşları sildiğim gündem bu yana 35 gün geçti annem. Merhametine sarılarak yaşıyor, varlığını bilerek sabır gösteriyorum. Ahh saçlarına yıldız düşmüş kadın… Yanında bulunduğum zamanlar keşke doyasıya izleyerek ellerinden öpseydim. Üzerim açıldığında merhametini öne koyarak gece uykularını bölüp örtecek biri yok buralarda. Kendimi çocuk yuvalarında yataklarının baş ucuna “Anne” yazan çocuklar kadar yalnız hissediyorum. Gözyaşlarımı kimseler görmesin diye yorganı üzerime çekip yastığımı gözyaşlarımla ıslatıyorum.

Ellerimden tutup bana yürümeyi öğreten o koca yürekli adamı al karşına. Benim ona doyasıya sarılamadığım kadar sarıl, saçlarını okşa, gözyaşlarından öp mesela. Ya toprak altında olsaydınız, nasıl dayanırdım bunun acısına bilmiyorum. Merhametinizi bir an esirgememişsiniz belli ki üzerimden, ki böylesine hasret doluyum.




Gün boyu boş durmayıp nöbetler tutuyoruz buralarda. Geldiğimde babaya bir bir söyleyeceğim bunları. Güneş gökyüzünü terkettiğinde bir yalnızlık çöküyor, bense hayatımı sizlerin sesini duyarak ödüllendiriyorum.

Kelimelerimle kağıtlarımı karalamaya kalktığımda “Adın” doğuyor anne… Sana şiir yazacak kadar heybetli değil elbet kelimelerim, fakat seni yazarak bitirecek kadar cesaretli olmadı hiçbir zaman yüreğim. Varlığına şükürler ederek geçiriyorum buralarda zamanımı. Dün geceki nöbetimde havalimanından Kalkan uçağa hasretle bakarak bir sigara yaktım biliyor Musun? “Orada ben olmalıyım!” Dediğimde Şafak karanlığı işaret ediyordu. Sigaramın gri perdesi ile süsledim efkarımı. “Elbet bugünlerde geçer” diyerek teselli de bulundum kendimce. Sonra buğulu gözlerle izledim karanlık şehrin sokaklarını. Buralar benim kimsesizliğim…! En çokta ondan vurulmuştum. Boş kaldığım her vakitte satırlarımla buluşuyor, özlemimi onunla ikiye katlıyorum.

Kalbime ok gibi saplanan aşkın yokluğunu hiç aramadım. Aşktan daha derin kanatan “Annesizliğin” acısı dokunurken yüreğime aşk hatırlanmıyor bile.

Özledim anne…!
Bana baktığında gülen gözlerinden, yıldız düşmüş saçlarına kadar…
Sesini duyduğumda içimde açan çiçeklerin yanında aşk çok basit kalıyor anne. Kimsesizliği yaşayacak kadar kötü bir zaman yokmuş bu şehirde. Geldiğim günden bu yana tüm kelimelerim “Anne” diye ağlıyor.




Karnın aç mı sorusunu kimse sormuyor anne!
Aç karnına 01.00-03.00 nöbetlerinde şefkat denilen duygu nasıl özlenmesin anne!

Yalnız kaldığında büyüyormuş insan. Keşke hiç büyümeseydim anne! Yaşım hep küçük kalsaydı da en büyük derdim bakkala ekmek almaya gidişim olsaydı. Adını çok sayıklıyorum buralarda. Gönül penceremin kenarına ismini yazıyorum. Buğulanan cama baş örtülü bir kadın çizerken alnından öpüyorum onu.

İyi ki Hayattasın Anne…!

Emre Tamirciler Yazdı; ”Ne kadar büyük konuşursak o kadar bedel öderiz”

Ey hayat diye adlandırılan kısacık ömür; ya al beni karanlığına yada susayım yıllandığım ömrüm boyunca. Konuşmalar kanatıyor duygularımı. Sonsuzluk diye adını koyduğumuz ahiret inancını yaşıyorum bu aralar. Evet evet bir gün göçüp gideceğiz bu diyardan, ardımızda kırıp döktüğümüz ve becerebildiysek eğer filizlenmiş çiçek misali hayatlar bırakacağız. Hepimiz göçüp gideceğimizin farkındayız değil mi? Bazen unutuyoruz tüm bunları. Hiç ölmeyecekmiş gibi yaşamaya devam ederken, kırıp döküyoruz kendimizden güçsüz durumda olanları.




Halbuki unutuyoruz, kediyi bile bir köşeye sıkıştırdığımız, vakit aslan kesiliyor. Ya ezmeye çalıştığınız ve güçsüz bir birey size karşı aslan kesilirse? Kabul edelim hesapsız kitapsız yaşıyoruz bu hayatı. Kendimizi mutsuz hissettiğimiz zaman hayatımızdaki insanlara ve sahip olduğumuz değerlere baktığımızda şükredebiliyoruz. Fakat bir sonra ki gün hayatımızda olan insanlara küfürler edip, onlarla bir alanda dahi bulunmak istemiyoruz. Ruhsal Sarsıntılar yaşıyoruz dışarıdan bakıldığında. Bir başkasının gözünden kendimizi izlemeye kalktığımızda ruhsal dengenin alt üst olduğunu görüyor ve o insandan uzak durma kararı alıyoruz öyle değil mi? Halbuki onu o hale getiren “Biz insanlarız…”
Çok çabuk unutuyoruz “ölümün ensemizde bir nefes kadar” yakın olduğunu.

Ağzımıza gelen her şeyi söylüyor ve bunun karşılığında söylenen cümleleri duyduğumuzda ruhsal travmalar yaşıyoruz. Yanlış arkadaşlar… Bir lokantaya gittiğinizi düşünün; Ne kadar yerseniz o kadar ödeme yaparsınız kasa da. Kurulan cümleler de bunun gibi işte. Ne kadar büyük konuşursak o kadar bedel öderiz.




Susmak erdemliktir evet. Erdemli bir insan olmayı bırakın, normal insan olmayı beceremiyoruz kabul edelim. Ömür dediğin dün, bugün ve yarındır bunu hepimiz biliyoruz. Dün geçti, bu günü yaşadık ve yarının bize sürprizleri nelerdir bilemiyoruz. Ama az da olsa insanlık duygularımızı tekrardan yaşamaya gayret edelim olur mu? Bir yetimin başını okşamayı, insanlara merhamet etmeyi, büyük-küçük gözetmeksizin insanlara saygılı olmayı, para dediğimiz şeyin bir şeylere ulaşım aracı olduğunu ama, insanlığı satın alamayacağını hatta ne kadar zengin olursak olalım gökyüzünden bir damla dahi satın alamayacağımızın Farkına varalım. Hoş görüyle huzur içinde yaşamak varken, kin kustuğumuz gecelerin karanlığına kurban etmeyelim kendimizi. Acıtmayalım kabuk bağlamayan yaralarımızı. Bir hiç uğruna harcamayalım Bize bahşedilen şu kısacık ömrü. Belki yarın içimizde kaybolan kelebekler yeniden can bulur. Belki de yeniden severiz yaşamayı, sahip olduklarımızın farkına varıp onlara dört elle sarılabilirsek eğer…

Page 2 of 2

Powered by WordPress & Theme by Anders Norén