Etiket: semih ertürk

Gönül Dağı dizisinde bu hafta neler oldu? Kaza sonrası Veysel öldü mü? Dizinin 107. bölüm fragmanı yayınlandı!

TRT1 ekranlarının sevilen yapımlarından olan Gönül Dağı, yeni bölümleri ile izleyicileri ekrana kilitlemeye devam ediyor. Gönül Dağı 106. bölümüyle izleyici karşısına çıktı. Uzaya roket fırlatma denemleri sırasında roketin düşmesi sonucu ağır yaralanan Veysel’in hastaneye kaldırıldı. Ağır bir ameliyat geçiren Veysel’in akabinde kalbi duruyor. İzleyicinin ne olacağını merakla beklediği dizi’nin son sahnesinde Veysel’in ölüp, ölmeyeceği konuşulurken Veysel yeniden hayata gözlerini açtı.




Peki gelecek hafta neler olacak? Gönül Dağı dizisinin 107. bölüm fragmanı yayınlandı.

 

Gönül Dağı dizisinde Rıfat’ı terkeden Meryem, izleyiciden büyük tepki aldı!

Yapımcılığını Ferhat Eşsiz’in, yönetmenliğini Yahya Samancı’nın üstlendiği TRT 1’in reyting rekortmeni Gönül Dağı dizisi, birbirinden samimi hikayeleriyle cumartesi akşamlarını renklendirmeye devam ediyor. Oyuncu kadrosunda Berk Atan, Gülsim Ali, Ecem Özkaya, Cihat Süvarioğlu, Semih Ertürk, Hazal Çağlar, Nazlı Pınar Kaya gibi isimler yer alıyor. Dizide özellikle Hüseyin Sevimli’nin canlandırdığı Rıfat karakteri ile Sevilay Gültekin‘in hayat verdiği kör Meryem karakterinin aralarındaki aşk izleyiciden büyük beğeni toplarken, yayınlanan yeni bölümü ile izleyici büyük bir hayal kırıklığına uğradı.




Dizinin dün akşam yayınlanan yeni bölümünde, Rıfat’ın düğün hazırlıklarına başlaması ve heyecanlı bir şekilde Meryem’e hazırladıklarını gösterme çabasına karşın Meryem’in Rıfat’a seni sevmiyorum, gözlerimin açılması için yaptıklarına teşekkür ederim, hakkını helal et demesi izleyiciyi çileden çıkardı. Dizi bir anda sosyal medyanın gündemine oturdu. Rıfat ve Meryem ile ilgili sosyal medya’da on binlerce tweet atıldı.

Yazar Semih Ertürk’ün kaleminden; ”Arkeoloji ve Edebiyat”

İnsanlar daima arkeolojik hayal gücüne sahiptir. Bu, bir açıdan, geride kalan izlerin üzerinde sürdüğümüz günlük yaşamımızı yeniden kurmaya yönelik, hafife alınan becerimizdir. Bir başka açıdan ise, bu hayal gücü son 200 yıl boyunca mesleki bir bilim dalına dönüştürülüp geliştirilmiştir.  Modern edebiyatın gelişimi de aşağı yukarı bu kadar vardır. Şimdiyse geçmişse ait nesneleri ve anıtları kazıyor, katalogluyor, ölçüp tanımlıyor ve analiz ediyoruz. Ne zaman bilinçaltımızı kazısak ya da kişiliğimizin katmanlarını ortaya çıkarsak, arkeologları taklit etmiş oluyoruz. Şiir bize bunu sağlamıyor mu? El değmemiş mezarları keşfetmek ayrı bir şeydir, bizden önce yaşamış insanların faaliyetlerini ve eserlerini kendi hayatımıza dâhil edebilme ve sıradan deneyimlerimizin ötesinde düşünebilme kapasitemizi keşfedebilmek bambaşka bir şeydir. Arkeoloji, hatırlamamızın yollarından birisidir.


(adsbygoogle = window.adsbygoogle || []).push({});

Edebiyatta bu görevde değil midir? Şiir, tarih öncesinin vazgeçilmez sözlü arkeolojisidir. Sözlü arkeoloji, nesiller boyunca oluşturulmuş ve aktarılmış şiirsel ögelerin derlenmesi işidir. Piktogramlardan, çivi yazısına, mağara resimlerine kadar her yerde bir sanat ve şiir vardır. Arkeoloji bununla da ilgilenmiyor mu? (Sözlü arkeoloji benim bulduğum bir kavram. Daha iyi anlamanız için.)  Dolayısıyla edebiyat işin yazılı ve sözlü kısmıyla; arkeoloji bunun tarihsel kalıntılarıyla ilgilenir. Mesela Gılgamış Destanı hem bir edebi üründür hem de arkeolojik bir buluntudur. Yazının öncesinde de edebiyat vardır. Ve bunu arkeoloji olmadan ispatlamak biraz zordur. Gerçekler yalnızca hikâye içindeyse bir anlam kazanır. Pek çok arkeolog özdüşünümü bir zayıflık gibi algılar. Arkeoloji, insanların tutkunu olduğu bir faaliyettir. İçimizdeki şevke odaklanır ve heyecana yol açar. Bir arkeolog, daha en başından nesnelerle, çevresel ortamlar ve bunların yorumlanmasıyla kendi arasında özel bir bağ kurar. Edebiyatta bu işi yapan şiirdir. Elbette herkes bu değişimleri onaylamaz. Arkeoloji tıpkı edebiyat gibi bizim yaptığımız bir şeydir, bizim için yapılan bir şey değildir. Geçmişin bizim yorumumuza ihtiyacı vardır.


(adsbygoogle = window.adsbygoogle || []).push({});

Fikir ve görüşlerimiz olmadan bunun hiçbir önemi yoktur. Geçmiş, bu fikir ve görüşler sayesinde pek çok farklı anlam taşıyıp modern yaşama katkı sağlayabilir. Bu ilk başta oldukça karmaşık görünebilir. Geçmiş nesneleri bulup tanımlamaya yönelik bir kavram, olsaydı kimse kimsenin fikrine karşı çıkmazdı ama öyle değil. Gerçekler kuramlarla dolu, yüklü bir bavul gibidir. Nesnel bir şekilde okunamazlar. Kültür tarihi, pek çok arkeolojik araştırmanın temelidir. Bu arkeologların büyük çoğunluğunun yaptığını sandığı şey olarak görülmektedir. Eğer hepimiz aynı fikirde olsaydık, geçmiş çok sıkıcı bir şey olurdu. Ayrıca nasıl insan olduk gibi sorulara verilecek kesin bir cevap olduğunu düşünseydik, arkeoloji ve edebiyat bu kadar uzun ömürlü olmazdı. Eserler, özelliklerine göre incelenirler. Bunlar; oluşum, ham madde, biçim ve bezeme üzerine yapılan gözlemler olduğu kadar, üretim teknikleri ve eserlerin bulunduğu, oluşturulduğu ortamlar ile beraberinde bulunan bedenler, hayvanlar, diğer benzer ya da farklı eserler olabilmektedir. Örneğin Köktürk Abideleri, Mısır Piramitleri, Çatalhöyük duvar resimleri, Göbeklitepe kabartmaları gibi. Bağımsız bir tarihleme bulgusu olduğu için miktar da önemli bir özelliktir. Tıpkı matbaa öncesi ve sonrası kitap basmak gibi. İnsan kendi ördüğü değerler ağına takılıp kalmış bir canlıdır. Kültürünü bu örülmüş ağlar olarak ele alır ve bunu yasa arayışında olan deneysel bir bilim değil de anlam arayışında olan yorumsal bir bilim olarak analiz eder. Bu açıdan da edebiyat ve arkeoloji benzerlikler taşır. Bence edebiyat bölümlerinde bir dönemde olsa bazı arkeoloji dersleri verilmelidir.


(adsbygoogle = window.adsbygoogle || []).push({});

Mesela Köktürk Abilerinin arkeolojik olarak da ele alınması tarihi ve gramerine farklı bir bakış açısı katabilir. Prehistorik Mimari’nin Asya boyutu gibi derslerden bahsediyorum. Anav, Keltimanar gibi kültürlerin öğretilmesinden bahsediyorum. İnsan kendi kültürünü en iyi arkeolojiyle öğrenir. Altın Zırhlı Adam buluntusunu tüm ayrıntılarıyla ve arkeolojisiyle öğrenen birisi bence tarihe de farklı bir gözle bakacak, benzer kültürleri tanıyacak ve sadece kendi kültüründe varmış gibi bir taraflılığa düşmeyecektir. Edebiyat ve arkeoloji koordineli hareket ederse Âdem’in boyunun 5 metre olduğu hurafeleri de böylece bitecektir. Mesela Klasik Arkeoloji’deki Mitoloji dersi Divan edebiyatını daha iyi anlamamıza yardımcı olacaktır. Çünkü buradaki pek çok olay Divan şiirinde de geçer. Gençlerimizi sınavla boğmaktansa onlara eğitimin zevkini tattırmak öncelikli hedefimiz olmalı. Edebiyat ve arkeoloji bu açıdan önemli diye düşünüyorum. Çünkü kültür ya da medeniyet; bilgiyi, inancı, sanatı, kanunu, ahlakı, gelenekleri ve toplumun bir üyesi olarak insan tarafından edinilmiş olan diğer tüm becerileri ve alışkanlıkları kapsayan karmaşık yapının tamamıdır. Edebiyat bu mutfağın bir ürünüyken; arkeoloji bunun maddi kalıntılarını bir şekilde yakalayan konumundadır.

Semih Ertürk; ”1-9-8-5 Rıfkı’nın Kıta Aşkrupası”

Kitap Hakkında;

İsimsiz genç bir yazar sıra dışı bir roman yazmak istemektedir. Zaman ve mekân kavramına bağlı kalmadan hayalinden geçen dünyalar kurgulamaya başlar. İmkânsız Kadın adında bir tipleme yaratır. Bu kadın vaktinde Rıfkı adlı adamı kediye mi çevirmiştir yoksa tüm bunlar bir kedinin rüyası mıdır, hayalleri midir? Bunu hiç kimse bilmemektedir. Tek bilinen İmkânsız Kadının ve Rıfkı’nın yazarın hayallerinde sürekli olarak bir maceraya atladığıdır. Aşkın kıtalaşıp Aşkrupa olduğu bir hayal dünyasıdır burası. Biraz kafa bulandırsa da zevk alınacak bir eser olarak siz kıymetli okuyucularıyla buluşuyor. Bakalım Rıfkı mı daha âşık yoksa İmkânsız Kadın mı yoksa aşk diye bir şey tıpkı yazarın kurguladığı gibi paralel evrenlerden, efsanelerden mi ibaret.




Yayın Tarihi: 08.03.2021
Yayınevi: Cinius Yayınları
Baskı Sayısı: 1. Baskı
Dil: Türkçe
Sayfa Sayısı:178

Kitabı satın almak için aşağıda bulunan linkleri kullanabilirsiniz.

Yazar Semih Ertürk;

”Kitap, her ne kadar az sayıda basılmış olsa da oldukça farklı bir konusu var denebilir. Hiçbir yayınevinin basmak istemediği bir kitap. Çünkü hem fantastik hem antiroman hem de postmodern tarzda. Romanda isimsiz genç bir yazar var. Bu yazar bir roman yazıyor ve bir editörle buluşmak için randevulaşıyorlar. Sonrasında yazar, editörün eski sevgilisi olduğunu fark ediyor. Aşkrupa adlı bir yerde buluşuyorlar ve yüzleşiyorlar. Rıfkı adında bir kedi hem bu dünyada hem de alternatif bir evrende yaşıyor. Kah kedi oluyor kah insan oluyor derken hayatının aşkı İmkansız Kadın ile tanışıyor. İmkansız Kadın çift kalbi olan bir zaman leydisi. Bir macera başlıyor. Neler neler olmuyor ki… Rüya ve gerçekler içinde geçen olaylar zinciri kısa da olsa size bir macera sunuyor. Esasında Rıfkı yazarı temsil ediyor. Yazarın kendi hayatını evcil bir hayvan gibi görüyor. Yiyip içip sonra yatıyor. Hayatında bir kedi kadar yalnız olduğunu düşünüyor. Çok pahalı bir eser de değil. Alıp okumanızı tavsiye ederim.”

Semih Ertürk’ün kaleminden; ”Ben artık sen değilim”

Ağustos hep eylüle ulaşır nedense

En güzel yeşilinde yalnızlığın

Yosma bulutlar vardı

Dünyaya sizinle baktığımı bilmelisiniz güzeltirim

Sen nasılsın ben nasılım

Kediler balkonda hepsi et buluruz

Sıcaklığın dünyaya yayılmışsa payımı da alırım

Giderayak boktan şarkılara dayanıyorum

Kusuruma bamya

hayyyıır demek için bir Afrikalı çalıştım ben

ılık süt gibi hooohhh

kızların biri açık havada doğmuş öbürü kapalı

diyorlarkidiyorlarki bana

ben senin çok eski bir cümlenken

ko gelsin o da baktım eline ayarlı

hep altta kalmaz ki hatırla

ağaran kalbim senindir al okkadar

taş karışmasın diline




apışıp kalma bu yazlarda

natürmort tadındaki bir primat tedirginliğinde yaşama

atlar alınmış, üsküdar çoktan geçilmiş

ben istanbula çok benzerim

bir gurbet eyüp gibi durur

sanki siz sevilirmiş

“sen” sevilir değil mi?

Sen anlayasın diye söylemedim o şarkıları-sen anlayasın diye söylemiyorum

Ben ninni söylemiyorum, sen hiçbir zaman anlayamazsın beni

Çocukluğun ‘ç’siyle ikiz

Göğünaydın

Yüzünde görünmez bir şiir yazılı

Bir yerlere yıldırım düşüyorum

Uzaydan mı esiyor bu rüzgâr

Penguenler dalgın

Ben artık sen değilim

 

 

Semih Ertürk’ün kaleminden ”Olmayan sevgilinin hikayesi”

Şimdi seni düşünüyorum. Dörtlükler gereksiz geliyor. Canına yandığımın. Ellerin, gözlerin, bakışların ısıtıyor şu semserseliğimi. Nen yok ki? Biraz çay, biraz zeytin, biraz peynir az az hepsinden var gözbebeklerinde. 24 saat seni düşünüyorum. İşte dünyanın en ağır işidir bu. Acaba ne yapıyor, iyi mi, hasta mı, derken görsem bile yine de aklım çıkıyor. Sana bir şey olur diye, belki de oldu bilmiyorum. Bana oldu çünkü. Kalbimde bir kurt var, kemirir içimi. İyisi mi ben sevmeye devam edeyim. Bir gün lazım olur. Bunu anlatacak kedilerimiz belki çocuklarımız olur.


Zaman zaman kıskanıyorum çok değil belki bir muhabbet kuşu kadar. (Merak etme gören olmaz. Kalbinden söyle sende ben gibi.) Ama özlüyorum tarifi yok, mesafesiz, gecesiz, gündüzsüz. O eroin gözlerini, o yeleli saçlarını, siyah kuş tüylü küpelerini, ne bileyim işte seni sen yapan her şeyi. Ben ki senden önce bir ağlama duvarı gibiydim öyle halsiz, ruhsuz, melankoli içerdim günde üç öğün. Seni anlatabilmek öyle kolay olsa bana ne gerek vardı ki? Bunca şiire, söze ya da gazele. O gün sevdim seni sen de bilirsin. Eski zaman gözlerinin yalnızlığıydı. Saçların yanmış ateş içmiş gibiydin öyle çocuksu, öyle masum, öyle güzel. Sevmek cesaret işiydi o ejderha gibi olan seni. Küstah bahara daha vardı. Uyduruk mucizelerimle hep kandırdım: kendimi.


Bir bıkkınlığın var ama görsen bıkkınlık demezsin. Bir yorulmuşluk uğramış gözbebeklerine ama öyle böyle değil. Sanırsın doğurmuş tüm dünyayı. Bir sensin işte bu başka yok. Öldüm öldüm anla diye. Dualar edilen, mabetler kurulan, üzümtül gazeller yakılan filan. Öyle işte bile yazdılı. Bahtım da kara sırf sen uyu diye. Korkuyorum. Camgöbeği sözlerimden.

O inat neyse sen o oluyorsun o aşk neyse o olduğun gibi. Bekliyorsun şiirler gibi, papatyalar gibi, ben gibi, vapurlar gibi. Kolay gitmiyorsun kalp kalp atarken. Göz göz çekiliyorsun ciğerlere. Ve Tanrı haklı sonuna kadar. Havva kadar. Sen kadar. Âdem aşkından Şeytan kıskançlığından. Kitaplar okuyorsun, şiir yazamasan da. Şarkılar söylüyorsun yine Galata’da. Bir yağmur tutuldun Beşiktaş’ta. Sevmediğin. O siyah beyaz halinle. Beş dakika bekle git.  İnsanda insana tutulurmuş güneş gibi ay gibi.


Bunca yalnızlığı kaldıramaz oldum. Yarım kalmış hikâyemsin. Anlatsam kim anlayacak ki? Duvarlarım cebimde falan da değil. Memlekette şiir okuyan bir sen kaldın sanırım. Herkes sana yazıyordur olsa olsa, öyle ya… Öyle olması lazım. Alfabede harf bırakmadım. Hepsiyle yazdım. Bir ihtimal sende karar kıldım. Bilmiyorum, vallahi bilmiyorum. Delirecek oluyorum. Dört duvar arasında yaşar misalliyim. Herkes haklıydı ben hariç. Ama hayattan hep nefret ettim sen hariç. Seni inan seviyorum. Sadece gönlümle dilim anlaşamıyor ne diyecekleri konusunda. Semah yapıp duruyor kalbim. Yine lodoslarım tutuyor. Sen lodosları çok sevmiyorsun, migrenlerin tutuyor sonra.


Neyse. İnşallah seversin de kurtulurum ben de şiir yazmaktan… Tüm şiirlerim sana hep çünkü anlıyor musun? Fakirin umudu gibi umarım anlamanı. Bin yıllık esaret gibiyim, kaçamıyorum senden. Kimseyi koyamam daha aynalara, rüyalarıma, ellerime, gözlerime falan da. Anlıyorsundur umarım. Eğer anlamıyorsan demek ki ben hep bir yabancı dil gibiydim. Seni sözlük sözlük ezberliyordum. Sesini bir gökyüzü gibi tuttum içimde. Çocuksuluğumla kalplerindeki salıncaklarda sallandım. Niye kendinle belalısın ki? Rahat bırak kalbini. Ben de aşkın var. Sev gitsin işte… Al sana mensur şiir…

Semih Ertürk Röportajı

Samet Tosun: Merhabalar Semih bey, öncelikle bizi kırmadığınız için teşekkür ederiz. Bize biraz kendinden bahseder misin ? Semih Ertürk kimdir ?

Semih Ertürk: Merhaba Samet Bey, öncelikle bu fırsatı bana verdiğiniz için size ve ekibinize tekrar teşekkür ediyorum. 9 Şubat 1988 Çorum doğumluyum. Emekli memur çocuğuyum. Bekârım. 2006’da Tokat Gaziosmanpaşa Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümüne yerleştim. Şiir dinletileri, editörlük, tiyatro faaliyetleri, Sessiz Kalemler isminde bir dergi ve aynı adla bir TV Programı yaptım. 2011’de mezun oldum. Bir müddet ücretli öğretmenlik yaptım. 2013’te alanımla ilgili çalışmalar yapmaya başladım. Birebir dersler verdim. 2016’da yayınevi kurdum, iflas ettim. İş konusunda pek şanslı olmadım. İlginç bir şekilde bunca faaliyetime rağmen sektörde pek kabul de görmedim. Arkamda duran da olmadı, destek çıkan da. Devleti de hep kıl payı ile kaçırdım. Sonrasında İstanbul’a tekrar döndüm. İş aradım, aradım, aradım az gittim uz gittim başvurdum, yalvardım, derken 1 yıl Yozgat’ta bir doğalgaz şirketinde arşiv memuru olarak çalıştım. Tekrar İstanbul’a geldim. Birkaç yerde daha çalıştım. Sonrasında yani 30 yaşıma geldiğimde artık edebi bir şeyler üretmeye karar verdim. Ve Topsakallı Maganda ortaya çıktı.

Samet Tosun: Sosyal hayatta Semih Ertürk nasıl biridir, biraz bize iş dışında neler yaptığından bahseder misin ?

Semih Ertürk: Şu an aktif olarak çalıştığım bir yer yok. Demin de dediğim gibi ilginç bir şekilde yok sayılıp, kabul edilmiyorum. Görüşmek için gittiğim yerlerde istedikleri her şeyi yapmama rağmen iş de bulamıyorum, garibime giden kısım da burası zeten. Editörlük, öğretmenlik, güvenlik, garsonluk vs. yapabileceğim ne varsa hepsine başvurdum. Gitmediğim yer kalmadı. Nasipsiz olduğuma artık kanaat getirdim. Bunun haricinde şu an İstanbul Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Arkeoloji Bölümüne devam ediyorum. Biraz masraflı fakat güzel bir bölüm. Özel Güvenlik Sertifikasına başvurdum. Zaman zaman TRT 1’in Şampiyon adlı dizisinde figüranlık yapıyorum.

Biraz masraflı fakat güzel bir bölüm. Özel Güvenlik Sertifikasına başvurdum. Zaman zaman TRT 1’in Şampiyon adlı dizisinde figüranlık yapıyorum. Bol bol okuyorum. Diğer çıkarmayı düşündüğüm eserler üzerine odaklanıyorum. Sosyal hayatım pek yok. Şöyle ne yapıyorsam tek başıma yapıyorum. Bir yere mi gideceğim genelde yalnız gidiyorum. Bir şey mi yiyeceğim genelde yalnız yiyorum. Çok bir arkadaşım bir sevgilim vs. de yok. İnsanlar beni biraz tuhaf bulduğundan olacak aralarına pek almazlar. Ama eğlenceli biriyimdir. Tadını çıkarmaya bakarım. İmkânım olsa çok yeri gezmek isterdim. Her erkek gibi aile kurmak isterdim. Ama şu an bir fetret devrindeyim. Ailevi sorunlar, işsizlik vs. halledilmesi gereken meseleler var. Orta Gençlik Çağımda halledebilirim umarım. Şansımın döneceğine inanıyorum.

Samet Tosun: Son kitabın ‘’ Top Sakallı Bir Magandanın Entel Bamyalı Hayalleri’’ hakkında konuşalım, kitap nasıl ortaya çıktı ve mutfak aşamasını bizlere anlatır mısın ?

Semih Ertürk: Maganda şöyle ortaya çıktı: yukarda da dediğim gibi artık 30 yaşıma geldim hatta geçtim şu an 32’ye doğru gidiyorum. 25 ile 40 yaş arası bir erkeğin restorasyon dönemi ve olgunlaşmaya başladığı yaş aralığıdır. İçimdeki duyarlanmaları yazıya dökmeye karar verdim. Daha öncesinde de yazıyordum fakat kitap haline getirme fikrim yoktu. Sonrasında artık zamanı geldi dedim ve eserimi hazırladım. İlk başta yine kimse kabul etmedi, reddedildim vs. ama en sonunda yapmayı başardım.
 
Samet Tosun: Kitabı ilk eline aldığında neler hissettin, duygularından bahseder misin ?
Semih Ertürk: Sanki bir çocuğum olmuş gibi bir histi. Bir tebessüm oluştu ister istemez tabii ki de. Yani içinizdekini dışarı kısa ve net bir şekilde anlatmayı başarmışsınız. Ki yazıdan önce şiir vardı insanlık tarihinde de. O yüzden şiirde ısrarcı oldum. İnanılmaz bir heyecan yaşadım. Tarifi zor bir duygu. Anlatması gerçekten zor. İnsanlara kendinizi bir şekilde ifade etmenin hazzı ve herkesin şair olamaması da ayrı bir zevk verdi diyebilirim.
 
Samet Tosun: Bir yazar olarak ‘’Aşk’’ ı tanımlamanı istesem bizlere neler söylersin ?
Semih Ertürk: Yaşamadığım bir duygu. Karşı taraf asla karşılık vermedi bana. İnanın el ele tutuşmuşluğum dahi yoktur. Az önce de dedim tuhaf ve garip bulunuyorum. Çünkü marjinal bir yapım var. Kolay kolay yalan söylemem, asla işime geç gelmem, verdiğim söz neyse katiyen bozmam, kimsenin malına göz dikmem, gideyim de efendi gözüküp falancayla iş pişireyim derdim yoktur vs. Aşkı şöyle tanımlayabilirim: Bir çeşit duygusal virüs bulaşıklığı. Tepkileriniz, hisleriniz, kanınızın akışı aklınıza gelebilecek ne kadar hormonal, psikolojik tepkime varsa hepsi bir anda, aynı anda meydana geliyor. Siz siz olmaktan çıkıyorsunuz. Ne kendiniz ne de o olabiliyorsunuz. Aşk bir kişinin iki kişiyi birden içine sığdırıp yaşaması bana göre. Ruh aşkla katarsislenmez.
 
Samet Tosun: Kitap hakkında gelen olumlu yada olumsuz yorumlar seni nasıl etkiliyor, motivasyonunu nasıl sağlıyorsun ?
Semih Ertürk: İnan çok takılmıyorum. Kimisi takdir ediyor kimisi bu ney la diyebiliyor. Yapacak bir şey yok. Orhan Veli’de Garip Akımı’nı ilk ortaya çıkardığında kolay kolay kimse kabullenemedi mesela, dalga geçildi, şiir mi be bunlar dendi falan. Yani zamana bırakmak en iyisi eğer gerçekten bir şeyler yapabildiyseniz zaten bir şekilde anılmaya, saygı duyulmaya başlarsınız. Olumlu ve olumsuz olması beni sevindiriyor. Çünkü okuduğuna kanaat getiriyorum. Birisi daha beni biliyor artık diyorum iyi veya kötü. Seviniyorum.
 
Samet Tosun: Birazda projelerinden bahsedelim, kitapseverleri bekleyen yeni sürprizler var mı ?
Semih Ertürk: Sağlam bir iş bulduğum dakika evet. Şu an yazılmış hazır 5 şiir kitabım ve taslak halinde bir roman çalışmam var. Başlangıçta Sıfırın Karesi demiştim ama sonra ismini değiştirdim. Şimdilik adı da konusu da bende kalsın. İnşallah işlerim rayına oturduğunda daha sağlıklı bir şeyler ortaya çıkartacağım. İş derken tabii ki haydi 6 gün 12 saat çalış her şeyle uğraş asgari ücret verelim tarzı değil elbette. Bunun adı iş değil kölelik bile değil çünkü kölenin bile hakları az da olsa vardır. Bu kafaya böyle işler artık teklif edilmemeli.
 
Samet Tosun: Son olarak DS kültür sanat okurları için bir şeyler söylemek istersin ?
Semih Ertürk: Eğer bu güzel röportajı okuyup da bana güzel imkânlar sağlayabilirlerse memnun kalırım. İmkânı olanlar lütfen eserimi bir alıp incelesin. Çok pahalı bir şey değil zaten oradan para da kazanmıyorum şimdilik. Benim işim kalıcı bir şeyler ortaya koyabilmek. Hepsine saygılarımı ve teşekkürlerimi sunuyorum.
 
Samet Tosun: Bu güzel ve bir o kadar keyifli sohbet için teşekkür ederiz. İnşallah daha güzel yerlerde görüşmek dileğiyle.
Semih Ertürk: Ben teşekkür ediyorum. Biz treni kaçırmış bir milletin çocuklarıyız ve ne olursa olsun çalışmak zorundayız. Vatanseverlik budur. İşinizi ne olursa olsun düzgün yapmak.

Powered by WordPress & Theme by Anders Norén