Bu zamana kadar yazılarıma hangi kelimeden başlayacağımı bilemedim. Kağıtlar üzerinde kalemim yıllarca dans etti belki ama bir türlü başlangıcı bulamadı. İçimizi kaplayan, kendi benliğimizi – özümüzü kaybedip yanlışlar yaparak yaşamamızın en büyük sebebi; İnsanın kendini boşlukta hissetmesidir – diyebilir miyiz? Bilmiyorum. Son dönemde karşılaştığım, sohbet ettiğim insanların içinde koca bir boşluk görüyorum sadece.
1) Neden yuvanı kurmuş, evladını da kucağına almış olmana rağmen, eşini aldatıp başka kadınlara gidiyorsun?
İçimde tamamlayamadığım boşluğu sevgilimle dolduruyorum…
2) Neden eline 3 kuruş para geçtiğinde uyuşturucu kullanıyorsun?
3) Neden hırsızlık yapıyorsun?
4) Neden Hayatındaki insan 1 dediğini 2 etmemesine rağmen, mutluluğu onunla bulmak yerine, başkalarında arıyor, onlarla gülüp eğleniyorsun?
Hayatımdaki insanda aradığımı bulamadım. Ama onu çok seviyorum, onsuz ben yapamam. Böyle ikimiz de mutluyuz.
Bu insanlara sorduğum sorularda almış olduğum cevapları uzun uzun yazmak geliyor içimden ama yazamıyor, üzülüyorum. Kendimize de dönüp ara ara “neden?” Sorularını soralım olur mu? Kendimizi bir nebze de olsa uzaktan izleyip, dışarıdan “can kulağıyla” dinleyelim. Ama herşeyi yalansız, saygı sınırını aşmayan insanlarla ! Olur mu?
Aradığımız şeyi bilmeden, bilmediğimiz bir şeyleri arıyoruz. Örneğin suyu alıp kana kana içmek istiyoruz fakat su bulamadığımızda sulu meyveyi alıp hapur hapur yiyiyoruz. Aradığımızı bulamadıysak, bulduğumuzu değerlendiririz mantığı… Peki nerede kaldı amacımız?
Koca bir sessizlik..! Böyle böyle kaybettik özümüzü, hayata geliş amacımızı, benliğimizi.
“Ve dünya kirlendi
Filmler bozuldu
O masum sevdalar yaşanmıyor artık”
Diyordu Yusuf Hayaloğlu bir şiirinde. Halbuki dünyayı kirleten, filmleri bozan ve masum sevdayı yaşayamayan kirli düşüncelerimizdi !
Bilemedik..
Cebimiz 3-5 kuruş para görüp burnumuz büyüdüğünde,
11 yaşında bir çocuğun yırtık ayakkabısıyla Aralık ayının soğuğuna aldırış etmeden, sokakta karton toplayıp sattıktan sonra “Bugün güzel iş yaptım abi, kendime bir salep ısmarlayayım” dediğinde “bu Salepte benden olsun” demediğimizde;
Güvenilir ekibimizi kurmak adına, alanında en iyi iş yapabilen insanları işe alıp görev tanımı yaparken, yeterli bilgiye sahip olmadığını gördüğümüz insanları eğitip, bilgi sahibi yaparak aramıza katmadığımızda, onları hayatta kalmaları için çalıp çırpmasını – dilenmesini – bedavadan para kazanmasını gördüğümüzde;
Karşımızdaki insanın; Hayatta sapasağlam duracak, kimseye muhtaç olmadan, taşı sıkıp suyunu sıkacak gücü varken, onu maddi destekleyemesekte manevi olarak olmadığımız “kendi kabuğunun dışına çıkarsan ezilirsin” diyerek yetiştirdiğimizde;
Hayatımızdaki insanın yerinin çok büyük olduğunu defalarca dile getirdiğimiz insanları arayıp sormadığımızda;
Karşımızdayken gözlerinin içine bakarak “İyi ki varsın” diyerek onlarla birlikte gülmediğimizde,
Bir yetimin başını okşayamadığımızda;
Vereceğimiz en büyük sadaka olarak Güler yüzümüzü insanlardan sakladığımızda;
Eşinden ayrılmış bir kadının, hayatını devam ettirebilmesi için gecesini gündüzüne katarak çalışıp vakit bulduğunda da mesai arkadaşıyla oturup çay – kahve içerek sohbet ettiğini gördüğümüzde onları uzaktan izleyip üzerimizdeki vazife olmadan hakkında ileri – geri konuşup kötü yorumlar yaptığımızda KAYBETTİK tüm masumiyetimizi. Sonra dünyaya suç bularak “kirli bir dünya” dedik. Halbuki elimizi vicdanımıza koyarak sorgulamadık kendimizi! Hayatımızdaki insanları can kulağıyla dinlemeden, gözlerimizin gördüğünde yorumladık. Kendi içimizdeki boşlukları – eksikleri keşfetmeden onları doldurmaya kalktık.
Evdeki eşimize iki kelâm edemezken dışarıdaki insanlara şair kesildi çoğumuz…
Hayatımızdaki insanlardan bir şeyler bekledik. Onlara beklentilerimizi karşılamaları için fırsatlar verirken, bir kere bile sormadık “Benden beklentin nedir?” Diye.
Beklentilerimiz karşılanmayınca bir arayışa girdik. Eşimize, çocuğumuza, beklentilerini sormadan ben “senden / sizden bunları istiyorum” dedik. Karşılanabilirdi beklentiler, oturup insan insana konuşulabilseydi eğer. Güzel bir konuşmacı, iyi bir dinleyici olmadık hayatımızdaki insanlara karşı ve en kötüsü onlara yargılarla yaklaştık. Biz kaybettik. Güzel bir konuşmacı, iyi bir dinleyici maskesini taktık yüzümüze. “Kan bağı olmasına gerek yok, can bağı olsun” dedik ve kan bağı olan insanlara sırtımızı dönerek merhametin maskesini takan iyi bir dinleyiciye, sağlam bir konuşmacıya teslim ettik kendimizden bile sakladıklarımızı….
Elimize 3 kuruş para geçtiğinde yoksullarla, çocuklarla, hayatımızdaki insanlarla paylaşıp iç mutluluğumuzu çoğaltmak yerine , çoğu beyin – normal ölümle gerçekleşen uyuşturucu ile sözde mutluluğu bulan gençleri uzaktan izlemekle geçirdik geride kalan zamanlarımızı.
Hırsızlık yaparak bir şeylere sahip olduğunu zanneden insanlara, helal 3 liranın haram 5 liradan daha bereketli olduğunu anlatmadığımız için kaybettik. Çünkü yargılarımızla yaklaştık onlara. “ Yoruluruz, bunlara dert anlatılmaz, bana dokunmayan yılan 1000 yaşasın” dedik.
1 dediğimizi 2 etmeyen insanların kıymetini bilemeyip mutluluğu her daim dışarıda, başkalarında aradık. Bunlar kötü insanlar diyerek onlardan uzaklaşırken, o kötü insanların hayatındaki insanlara yaşattıkları kötülükler bizimkilerin yanında çok masum kaldı. İnsanları yanımıza alıp “bak bunlar kötü insanlar, onlara sakın yaklaşma” diyerek işaret parmağımızla hep onları gösterdik. Ama unuttuk; 1 parmağımız onları gösterirken, geride kalan 3 parmağımız bizi gösteriyordu.
Ne olur kaybetmeyelim insanlığımızı. Hayata kirli bir çerçeveden bakmak yerine çıkaralım artık kirlenmiş gözlüklerimizi. Belki bulanık görürüz ama en azından kirli görmeyiz. Ne dersiniz ? 🙂
Emre Tamirciler